1 Eylül 2009 Salı

12 Eylül Faşizmi ve tiyatro

Güncelleme 1 Eylül 2009: Aşağıdaki "12 Eylül Faşizmi ve tiyatro" başlıklı yazı, OYUN dergisinin Eylül / 2009 tarihli dokuzuncu sayısında yayınlanmak için, Hilmi Bulunmaz tarafından yazılmıştır. Ne yazık ki, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sahibi olduğu OYUN dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Toprak Karaoğlu tarafından, Bulunmaz'ın bu yazısı (da) sansürlenerek yayınlamamıştır. Karaoğlu'nun gerekçeli sansür yazısı gelince, aşağıdaki yazıya, o gerekçeli sansür yazısını da ekleyeceğiz.

***

Hilmi Bulunmaz
15 Ağustos 2009



İnsan, toplumu dönüştürmek için çeşitli etkinliklerde bulunur. Bu etkinliklerden biri de sanattır. Tiyatro, bir sanat dalı olması nedeniyle, toplumu dönüştürme gücüne sahiptir.

Tiyatro, bir sanat dalı olduğu için, tüm diğer üst-yapı kurumları gibi, ekonomik yapıyla sıkı sıkıya ilişkilidir.

Bir ülkede kapitalistler iktidardaysa, o ülkenin egemen sanatına bağımlı olarak, tiyatro da kapitalizme hizmet eder, kapitalizme hizmet etmek zorundadır. Kapitalizme hizmet etmemek için, ilk önce, sosyalist bilince sahip olmak gerekir. Sadece sosyalist bilince sahip olmak yeterli değildir. Kapitalizme hizmet etmemek için, aynı zamanda müthiş bir anti-kapitalist mücadele azmi taşımak gerekir. Yani işi, mücadeleyi, düşünce boyutunda bırakmayıp, duygusal boyuta da taşımak gerekir. Hattâ biraz daha ileri gidelim; beş duyumuzu, gün yirmi dört saat, sosyalizm için ayakta tutmamız gerekir. Sosyalist bilinç ve buna bağlı olarak anti-kapitalist mücadele azmi taşıyan kişi, kuruluş ve kurumlar, estetik bilince de sahip olmalılar. Estetik bilince sahip olabilmek içinse, sosyalist bilinç ve anti-kapitalist azmin yanı sıra, devrimci duyguya dönüşen refleksler, kristalize edilmiş bir damıtılmışlık, toplumsal duyarlılık gerekir. Tüm bu gereklilikleri hayatın içine yedirebilenler, belki sanatçı olabilirler. Dikkatinizi çekerim; belki! Estetik bilinçten yoksun olanlar, ne denli iyi niyet taşısalar da, sanatsal anlamda kapitalizme karşı çıkamazlar. İyi niyet, politik anlamda savaşıma katılmaya yetebilir; ancak, sanatsal anlamda iyi niyetli olmak, henüz işin başında olmak anlamına gelir.

Yıllarca sınanan bir toplumsal model ve geleceğin tam sınıfsız toplumu komünizmi inşa edecek olan sosyalizmdeki insan ilişkilerini geliştirmek için tiyatro sanatıyla uğraşanlar, sadece burjuva estetiğine değil; Marksist estetiğe de sahip olmalılar. Marksist estetiği içselleştirmek için, estetik kitapların ötesine geçip, örgütlülüğün zorunluluğunu da algılamak gerekir. Marksist estetik sahibi olabilmek için, ne tek başına örgütlülük, ne tek başına estetik “kitap kurdu” olmak yeterlidir. Her iki eylemliliği de bir arada yapabilen insanlar, geleceğin toplumunu inşa etme hakkını elde etmiş demektirler.

***

Ben, yaklaşık olarak kırk yıldır sanat ve politikayla uğraşan biriyim. Özellikle tiyatro sanatına ve sosyalizme olan tutkum, hiçbir değerle ölçülemeyecek denli üst düzeydedir. Ne yazık ki, ülkemizdeki örgütlü gücün, sanata gereken önemi vermediğine tanık olduğum gibi, estetiğe tapanların birçoğunun da örgütlü gücü görmezden geldiklerine çok sık rastlıyorum.

Yaklaşık kırk yıldır sosyalist sanat ve politikayla uğraşmama karşın, kafamdaki tiyatro fikrini hayata yansıtmayı sağladığımı asla söyleyemem. Bunun en önemli nedeni, demokrasiye teğet geçen, faşizmle kucaklaşan bir ülkede yaşıyor olmamızdır. İktidara öykünen, iktidardakileri alaşağı edince kendilerinin geleceği iktidarda pek bir değişiklik yapmayı düşünmeyen, düşünemeyenlerin egemen olduğu ekonomik ve politik ortamda, nesnel, bilimsel ve estetik bilinçle düşünen sanatçıların varlık gösterebilmeleri, son derecede zordur. Neredeyse olanaksızdır. Böyle bir düzeydeki sanatçının tek düşmanı kapitalist devlet çarkını döndürenler değildir; aynı zamanda, kendilerini solda ifade etmelerine karşın, LİNÇ KAMPANYASI düzenleyebilecek denli işi azıtanlardır. Ben, birincilerden daha çok, ikincilerden “korkarım”. Sağlı sollu sanata ve sanatçıya saldıranları, linç kültürüyle beslenen vampir ve Vandalları bildiğim için, içinde bulunduğum “sanatsızlık” ortamı nedeniyle büyük hayal kırıklıkları yaşadığımı pek söyleyemem.

Bir asker (Atatürk) tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, toplumsal devinimi askerî mantığa bağladığı için, ikide bir irili ufaklı darbelerle sarsıldı, sarsılıyor, sarsılacak.

12 Mart Faşizmi döneminde, tiyatro sanatına kıyısından köşesinden bulaşmış olan Talât Sait Halman’ı Kültür Bakanlığı’nın başına getiren askerler, 12 Eylül Faşizmi’ni inşa eder etmez de Kültür Bakanlığı çanağını inşa ettiler. Talât Sait Halman ile Kültür Bakanlığı çanağı parantezine tutsak edilen resmî tiyatro kültürü, ister istemez sığ bir görünüm çizdi, çiziyor. Derinlikli entelektüel bilincin örselenmesi için kullanılan Talât Sait Halman ve Kültür Bakanlığı çanağı, tiyatrodaki düzeysizliğin de birer sigortası olarak işlev gördü. Öyle ki, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV), 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman’a, hem de “Emek Ödülü”nü T.C. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay eliyle vererek, Türkiye kültürünün ilelebet düzeysizleşmesi için önemli bir katkıda bulunmuş oldu. 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı’na verilen bu ödüle ilk karşı çıkan Hilmi Bulunmaz, çok kısa zaman sonra, Mustafa Demirkanlı’nın başını çektiği LİNÇ KAMPANYASI ile susturulmak istendi. Bu kampanya, hiç de rastlantısal değildi. Bu kampanyanın zamanlaması, sosyalist tiyatro adamı Hilmi Bulunmaz’ın anti-faşist tavrını kırmak için düzenlenmişti. Aynı zamanda Coşkun Büktel’e, Özdemir Nutku tarafından atılan “Theope iftirası” da bu bağlamda gargaraya getirilmek istendi. Konumuz 12 Eylül Faşizmi olduğu için ve Theope’nin bu faşizmle, dolaysız değil, dolaylı ilişkisi bulunduğu için, bu konuyu ayrıca açımlamak istemiyorum. Meraklı okurlar, aşağıda linkini verdiğim siteden bu konuyla ilgili düşüncelerimi izleyebilirler.

Kültür Bakanlığı çanağına yeniden dönersek yada kaldığımız yerden konumuzu sürdürürsek; benim de, Bulunmaz Tiyatro adına bir iki kez yalamak gafletinde bulunduğum Kültür Bakanlığı çanağı, bu ülkenin tiyatrosuna en büyük zarar veren olgulardan biridir. “Ekmeği yada mamayı” Kültür Bakanlığı çanağından temin eden tiyatrolar, “pastayı” da Efes Pilsen’den temin ederek, akılları sıra günlerini gün etmeyi sürdürüyorlar. Bu tiyatrolar, Kültür Bakanlığı çanağının ne denli derinine inerlerse, o denli kapitalizm hizmetçisi oluyorlar. Bu tiyatrolar, Efes Pilsen şişesinin ne denli dibine yaklaşırlarsa, o denli alkolizme giden yola insan sürüklüyorlar.

12 Eylül Faşizmi, Talât Sait Halman’ın da hükümette görev aldığı12 Mart Faşizmi’nin yarım bıraktığı işi tamamlayabilmek için, bir yandan insanları salkım saçak darağaçlarında asarken, diğer yandan bu idamları gölgeleyip, halkı idamlara yabancılaştırmak için tiyatrolardan medet umdu. Sözel ve öznel olarak bu niyetlerini dile getirmeseler de, eylemsel ve nesnel anlamda, durumun topoğrafyası kendiliğinden ortaya çıktı: İnsanları, tiyatro kanalıyla düşsel evrene sürükleyip, o evrende sömürü ninnileri dinleten 12 Eyül Faşizmi, Kültür Bakanlığı çanağı yalattığı tiyatrolardan lojistik destek sağladı. Öyle ki, bir zamanların “devrimci” tiyatroları Ankara Sanat Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu gibi “topluluk”lar, miraslarını, halkı uyutmak için seve seve yada söke söke kullandırdılar. Bu tür tiyatroları hâlâ devrimci sanan insanlar; “Madem ki bu tür topluluklar Kültür Bakanlığı çanağı yalıyorlar, öyleyse ülkemiz demokrasiye geçmiştir!” yanılsamasına tutuldular.

Şu anda, küçük küçük ve belli belirsiz askerî darbeciklerle idare edilip, 12 Mart Faşizmi ve 12 Eylül Faşizmi gibi “görkemli” darbelere gereksinim duyulmuyorsa, bunun nedenlerinden biri de Kültür Bakanlığı çanağı yalayan tiyatroların nüfuz alanının boyutudur. Ankara Sanat Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Ankara Ekin Tiyatrosu, Bizim Tiyatro… gibi sözde devrimci, özde kapitalist tiyatroların Kültür Bakanlığı çanağı yalama isteğinde olmaları, bu tür tiyatrolara güvenen insanlarda kapitalizme sıcak bakma, sosyalizmi erteleme eğilimi oluşturmaktadır.

En sağdan en sola dek, profesyonel tüm tiyatroların Kültür Bakanlığı çanağı yalamak için sıraya girmeleri, tiyatronun halktan yana değil, kapitalist devlet modelinden yana işlev sahibi olduğunu kanıtlar.

Havuç ile sopa arasına kurulan salıncakta kapitalizme hizmet etmek zorunda kalan tiyatrolar, ne denli ilerici söylem geliştirirlerse geliştirsinler, halk katında yada en azından halkçı aydınlar katında inandırıcı olamıyorlar. Burjuvaları ve küçük burjuvaları eğlendirmenin ötesine geçemeyen Kültür Bakanlığı çanağı yalayan tiyatrolar, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için enerjilerini, işgal ettikleri sahnelere akıtıyorlar.

Örnekse Dostlar Tiyatrosu, eski misyonunu da paraya dönüştürmek için, Sivas’93 adıyla, halkın devrimci duygularını pohpohlayan bir oyunu sahneye taşırken, hiçbir tiyatral, dramatik tat vermediği gibi, Kültür Bakanlığı çanağından aldığı avantayla, bir biçimde, Madımak Oteli’nde insanları yakan mantıktan medet umabiliyor. Madımak Oteli’ni yakan mantığa pek uzak olmayan Samanyolu TV’de figüranlık yapan Bizim Tiyatro’nun patronu Zafer Diper, aynı zamanda ilerici oyunlar sahneleyebiliyor. Ancak, izleyicinin verdiği destek yeterli olmadığı için, yani halkı inandıramadığı için, bu tiyatro da Kültür Bakanlığı çanağı yalamak zorunda kalıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz.

Oysa Kültür Bakanlığı çanağı yalamamanın, bu çanağı kırmanın iki yolu var; izleyicinin desteğini sağlayıp gişe geliriyle ayakta durabilmek yada bir başka iş yapıp, oradan elde edilen gelirle tiyatroyu ayakta tutabilmek. Üçüncü yol yok. Üçüncü yol, Kültür Bakanlığı çanağı yalamak. Yani iktidarda kim varsa, ona yaltaklanmak. İktidardakine kuyruk sallamak. 12 Eylül Faşizmi’nin çizdiği rotanın dışına çıkmamak!

Tiyatro esnafını, 12 Eylül Faşizmi’nin dayattığı Kültür Bakanlığı çanağını yalamaya razı edebilmek için, bir de kamuoyu oluşturup, bu kamuoyu kanalıyla, çanak yalayanların gönüllerini temizlemek gerekiyor. Bunun için de tiyatro dergi ve tiyatro siteleri gündeme geliyor. Başta Mustafa Demirkanlı’nın sahibi olduğu Tiyatro… Tiyatro… dergisi olmak üzere, hemen hemen tüm yayın organları, özetle “Tiyatro Yayıncıları Birliği”, âdeta birer resmi kurum gibi çalışıp, Kültür Bakanlığı çanağını kutsuyorlar. Kültür Bakanlığı çanağını olağanlaştırmak için, sürekli olarak bu çanağın önemini gündeme getirip haber yapıyorlar. Yakında “Kültür Bakanlığı Çanağı Kilisesi” yada “Çanakya” diye bir ütopik ülke inşa ederlerse hiç şaşmamalıyız!

Tiyatro… Tiyatro… dergisi başta olmak üzere, tiyatro yayıncılığına baktığımızda, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için savaşım verildiği, hemen göze çarpıyor. Kapitalizmi kutsayan ve başını Mustafa Demirkanlı’nın çektiği “Tiyatro Yayıncıları Birliği”, sosyalizmin bir düş olarak bile ele alınmasını istemiyor. “Tiyatro Yayıncıları Birliği”nin Coşkun Büktel ile Hilmi Bulunmaz’ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için verdikleri mücadeleyi gözlemlemek, başlı başına bir laboratuar işlevi görüyor. Bu laboratuara ne zaman göz atsam, Mikhail Bulgakov’un Köpek Kalbi romanındaki köpekten insana dönüştürülen Sharik aklıma geliyor. Bilimsel düşünceye hizmet eden, kanıtlı/belgeli tiyatro hizmeti sunan Büktel ile Bulunmaz, iktidarın dümen suyunda havlayan Sharik’ler tarafından susturulmak isteniyor. Çünkü şimşek hızıyla çürüyen Türkiye tiyatrosuna bilimsel yöntemler değil; köpeksel yöntemler gerekiyor anlaşılan!

Özetle, bir tiyatrocu, genelde faşizme, özelde 12 Mart ve/ya 12 Eylül Faşizmi’ne karşı çıkabilmek için, öncelikle Kültür Bakanlığı çanağına karşı çıkmalı. Bir gözü Kültür Bakanlığı çanağında, diğer gözü halkın verdiği sosyalizm mücadelesinde olanlar, kör olmasalar da şaşı olurlar. Dikkat küçük burjuva var! Dikkat köpek var!

Not: Yukarıdaki yazıda anlaşılma zorluğu varsa, bunun en önemli nedeni, yazımın yayınlanmasını sağlamak için, yazıya linkler koymadım. Bu sorunu aşabilmek için, www.tiyatroyun.blogspot.com sitesindeki ilgili yazıları okuyabilirsiniz. Zâten tiyatroyu bir sanat olarak algılayıp, bu sanata duyarlı olanlar, bence, mutlaka adını verdiğim siteyi izliyorlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder