Nikaragua Dışişleri Bakanı’ndan Zelaya Konusunda Uyarı
Nikaragua Dışişleri Bakanı Samuel Santos Lopez, bu Salı günü BM Örgütü Genel Meclis toplantısında yaptığı konuşmada darbecilerin Honduras’ın yasal devlet başkanı Manuel Zelaya’yı öldürmek konusunda çeşitli planları olduğunu vurguladı.
‘Bunlara şimdi iyi kulak verin, çünkü daha sonra Zelaya’nın intihar ettiğini söyleyecekler’ diyen Nikaragua Dışişleri Bakanı, 28 Haziran’daki askeri darbeden sonra Honduras’ın içine düştüğü ağır kriz ortamının Honduras halkına karşı işlenen bir suç olduğunu ifade etti.
Bakan, kendi ülkesinin hükümetinin Zelaya’yı Honduras’ın demokratik bir şekilde seçilmiş devlet başkanı olarak tanıdığını ve bu ülkede gerçekleşmiş darbeyi kınadığını vurguladı.
Santos Lopez, ‘şu andan itibaren Honduras’ta gerçekleşecek herhangi bir seçim sahtekarlığını tanımayacağımıza dair net kararımızı bildiriyorum’ diyerek Honduras’ta formalite demokrasi ve ikiyüzlülüğün ötesine de geçmiş olan bir değişimin yaşandığının altını çizdi.
Bakan, bu darbenin hedeflediklerinden birinin de Honduras’ın da içerisinde bulunduğu ALBA (Bizim Amerikamız Halklarının Bolivarcı Birliği) ülkeleri arasındaki dayanışmayı baltalamak olduğunu ifade etti.
Nikaragua Dışişleri Bakanı, Honduras yasal Dışişleri Bakanı Patricia Rodas’ın BM Örgütü’nün Honduras’ta yaşanan krizle ilgili olağanüstü bir toplantının organize etmesi önerisine ülkesinin tam destek verdiğini belirtti.
Haber: CANAN ATEŞ
29.09.2009
29 Eylül 2009 Salı
Honduras Direnişi Hak Gasplarına Rağmen Devam Ediyor.
Honduras’taki Darbeye Karşı Ulusal Cephe’nin çağrısıyla biraraya gelen Honduraslılar, darbeci Roberto Mücheletti hükümetinin ifade, biraraya gelme ve toplantı yasağına rağmen bu Salı gününü de sokaklarda eylemler yaparak geçirdiler.
Ulusal Cephe örgütü, bugün yaptığı açıklamada ülkede anayasal düzenin yeniden tesisine ve yasal devlet başkanı Manuel Zelaya görevine dönünceye dek eylemlerine devam edeceklerini ifade etti.
Açıklamada ‘vermekte olduğumuz halk mücadelesine, halklara tarih boyunca baskı uygulayan oligarşiden bağımsızlaşma yolunda ilerleyen bir Honduras’ı yeniden yaratıncaya kadar devam etme sözü veriyoruz’ ifadelerine yer verildi.
Ulusal Cephe militanlarından Amilcar Espinoza ise, darbecilerin Honduras halkı konusunda büyük bir yanılgıya düştüklerini vurguladı ve darbecilerin yapılmakta olan eylemlerin birkaç güne kadar sona ereceği yanılgısına düştüklerini belirtti.
Pek çok kurum ve meslek örgütü, bu Salı günü darbeci hükümetin bazı anayasal hakları 45 günlüğüne askıya alması karşısında neler yapılabileceğini tartışmak üzere biraraya geldiler.
Darbeci hükümet, Manuel Zelaya’nın geçen hafta başkent Tegucigalpa’ya ulaşmasının ardından yükselen halk hareketini frenlemek için ülkede olağanüstü hal ilan etmişti. Radio Globo ve Canal 36 televizyonu gibi darbe karşıtı yayın organlarının darbeciler tarafından kapatılması üzerine önümüzdeki günlerde eylemlerin hız kazanması bekleniyor.
Haber: CANAN ATEŞ
29.09.2009
Honduras’taki Darbeye Karşı Ulusal Cephe’nin çağrısıyla biraraya gelen Honduraslılar, darbeci Roberto Mücheletti hükümetinin ifade, biraraya gelme ve toplantı yasağına rağmen bu Salı gününü de sokaklarda eylemler yaparak geçirdiler.
Ulusal Cephe örgütü, bugün yaptığı açıklamada ülkede anayasal düzenin yeniden tesisine ve yasal devlet başkanı Manuel Zelaya görevine dönünceye dek eylemlerine devam edeceklerini ifade etti.
Açıklamada ‘vermekte olduğumuz halk mücadelesine, halklara tarih boyunca baskı uygulayan oligarşiden bağımsızlaşma yolunda ilerleyen bir Honduras’ı yeniden yaratıncaya kadar devam etme sözü veriyoruz’ ifadelerine yer verildi.
Ulusal Cephe militanlarından Amilcar Espinoza ise, darbecilerin Honduras halkı konusunda büyük bir yanılgıya düştüklerini vurguladı ve darbecilerin yapılmakta olan eylemlerin birkaç güne kadar sona ereceği yanılgısına düştüklerini belirtti.
Pek çok kurum ve meslek örgütü, bu Salı günü darbeci hükümetin bazı anayasal hakları 45 günlüğüne askıya alması karşısında neler yapılabileceğini tartışmak üzere biraraya geldiler.
Darbeci hükümet, Manuel Zelaya’nın geçen hafta başkent Tegucigalpa’ya ulaşmasının ardından yükselen halk hareketini frenlemek için ülkede olağanüstü hal ilan etmişti. Radio Globo ve Canal 36 televizyonu gibi darbe karşıtı yayın organlarının darbeciler tarafından kapatılması üzerine önümüzdeki günlerde eylemlerin hız kazanması bekleniyor.
Haber: CANAN ATEŞ
29.09.2009
Piedad Cordoba, Katolik Kilisesi’ni Yalanladı.
Kolombiyalı Senatör Piedad Cordoba, Katolik Kilisesi monsenyörü Juan Vicente Cordoba’nın esirlerin değişimine dair süreçte eksik kalan tek şeyin Kolombiya hükümeti ile FARC arasında anlaşmaya varmak olduğu şeklindeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını belirtti.
Liberal Parti Senatörü Piedad Cordoba, gazetecilere yaptığı açıklamada din adamı Vicente Cordoba’nın FARC’ın elindeki esirlerin ve Kolombiya cezaevlerindeki gerillaların aşamalı olarak serbest bırakılmalarını sağlayacak sürece ilişkin eksik olan tek noktanın her iki taraf arasında anlaşmaya varmak olduğunu ifade ettiği açıklamalarının doğru olmadığını vurguladı.
Senatör, Katolik Kilisesi temsilcisine meseleleri daha fazla birbirine karıştırmaması çağrısında bulunarak FARC’ın teslim etmeye hazır olduğu esirlerin serbest kalmasını geciktirecek hiçbir şeye izin vermemek gerektiğini ifade etti.
Her bir esir tesliminin çok zorlu olduğunu belirten senatör, ‘FARC, teslim etmeyi garanti ettiği iki askeri serbest bırakmak için daha fazla bir şey istemiyor. Bu sürecin aşamalı olacağını iddia etmek, serbest bırakmaları geciktirmek anlamına gelir’ dedi.
Daha önce FARC’ın elindeki altı savaş esirinin bırakılmasına öncülük eden Piedad Cordoba, ‘önce bu kişilerin serbest bırakılmamalarını sağlayalım, daha sonra esir değişimi üzerine detaylıca konuşmaya başlayabiliriz’ dedi.
FARC, elinde tuttuğu çavuş Moncayo ve asker Calvo’yu tek taraflı olarak serbest bırakacağını dört aydan bu yana açıklamaktaydı. Ancak FARC, geçen hafta örgütün Merkez Kurmay Heyeti Sekreteryası’nın da yayınladığı bir bildiride belirtildiği üzere, bu serbest bırakmalar esnasında Kolombiya hükümetinin bir provokasyonuna karşı önlem olarak bu iki esiri yalnızca Piedad Cordoba’ya teslim etme konusunda ısrarını sürdürüyor.
Haber: CANAN ATEŞ
29.09.2009
Kolombiyalı Senatör Piedad Cordoba, Katolik Kilisesi monsenyörü Juan Vicente Cordoba’nın esirlerin değişimine dair süreçte eksik kalan tek şeyin Kolombiya hükümeti ile FARC arasında anlaşmaya varmak olduğu şeklindeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını belirtti.
Liberal Parti Senatörü Piedad Cordoba, gazetecilere yaptığı açıklamada din adamı Vicente Cordoba’nın FARC’ın elindeki esirlerin ve Kolombiya cezaevlerindeki gerillaların aşamalı olarak serbest bırakılmalarını sağlayacak sürece ilişkin eksik olan tek noktanın her iki taraf arasında anlaşmaya varmak olduğunu ifade ettiği açıklamalarının doğru olmadığını vurguladı.
Senatör, Katolik Kilisesi temsilcisine meseleleri daha fazla birbirine karıştırmaması çağrısında bulunarak FARC’ın teslim etmeye hazır olduğu esirlerin serbest kalmasını geciktirecek hiçbir şeye izin vermemek gerektiğini ifade etti.
Her bir esir tesliminin çok zorlu olduğunu belirten senatör, ‘FARC, teslim etmeyi garanti ettiği iki askeri serbest bırakmak için daha fazla bir şey istemiyor. Bu sürecin aşamalı olacağını iddia etmek, serbest bırakmaları geciktirmek anlamına gelir’ dedi.
Daha önce FARC’ın elindeki altı savaş esirinin bırakılmasına öncülük eden Piedad Cordoba, ‘önce bu kişilerin serbest bırakılmamalarını sağlayalım, daha sonra esir değişimi üzerine detaylıca konuşmaya başlayabiliriz’ dedi.
FARC, elinde tuttuğu çavuş Moncayo ve asker Calvo’yu tek taraflı olarak serbest bırakacağını dört aydan bu yana açıklamaktaydı. Ancak FARC, geçen hafta örgütün Merkez Kurmay Heyeti Sekreteryası’nın da yayınladığı bir bildiride belirtildiği üzere, bu serbest bırakmalar esnasında Kolombiya hükümetinin bir provokasyonuna karşı önlem olarak bu iki esiri yalnızca Piedad Cordoba’ya teslim etme konusunda ısrarını sürdürüyor.
Haber: CANAN ATEŞ
29.09.2009
Chaderton: OAS, Honduras’taki Yaşananlar Karşısında Yavaş Hareket Ediyor.
Amerika Devletleri Örgütü (OAS) Venezüella Büyükelçisi Roy Chaderton, bu Pazartesi günü yaptığı açıklamada Honduras’taki askeri darbenin üzerinden üç ay geçmesine rağmen OAS’ın bu ülkedeki gelişmeler karşısında yavaş hareket ettiğini belirtti.
OAS Olağanüstü Konsey Toplantısı’nda söz alan Chaderton, darbeci başkan Roberto Micheletti’nin aralarında ifade, toplantı ve biraraya gelme özgürlüklerinin de olduğu beş anayasal hakka sınırlaması ile ilgili olarak OAS’ın yavaş ve kahvaltı sonrası siesta uyuşukluğu içerisinde yanıt verdiğini belirtti.
Tegucigalpa’daki Brezilya Büyükelçiliği’ne yönelik baskılarla ilgili olarak ise ‘büyükelçilikte olanlar küçük olaylar değildir. İkincil derecedeki planlarla düzenlenemeyecek kadar önemlidir’ vurgusunu yaptı.
Chaderton, OAS bileşenlerinden geçen hafta sonu Honduras’a girmesine izin verilmeyen OAS temsilcileri konusu yerine Brezilya Büyükelçiliği’ndeki gelişmelere daha fazla öncelik vermelerini istedi.
Chaderton, öte yandan darbeci hükümeti destekleyen ve iktidardaki barbarların komplolarını hayata geçirmelerini sağlayan medya terörüne de dikkat çekti. Honduraslı Canal 36 ve Radyo Globo’nun kapatılmasına karşın Fox News, CNN İspanyolca ve İngilizce gibi ABD kaynaklı kanalların darbeci Micheletti’yi geçici başkan (Kasım seçimlerine dair bir dezenformasyon) ve Zelaya’yı da devrik başkan olarak tanımladıklarını vurguladı.
Chaderton, konuşmasında darbecilerin Manuel Zelaya’nın bir haftadan beri bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği’ne yönelik zehirli gazla yaptıkları saldırıdan dolayı 17 yaşındaki üniversite öğrencisi Wendy Avila’nın öldüğünü belirterek durumun ciddiyetinin altını çizdi. Venezüellalı OAS büyükelçisi, darbe sonrası Honduras’ta pek çok faili meçhul cinayet ve kayıplar olduğunu vurguladı.
Chaderton, ‘darbeci Micheletti hükümeti, anayasal hakları 45 günlüğüne yasaklamasının gerekçesini seçim kampanyası olarak ortaya koyup bunu bizim (OAS’ın) kabul etmemizi beklemektedir’ diyerek darbeci Micheletti’nin bir diğer komplosunun altını çizdi.
Chaderton, konuşmasını uluslararası kamuoyuna Honduras’a daha fazla baskı yapmasının son derece gerekli olduğu mesajını ileterek tamamladı.
Haber: CANAN ATEŞ
28.09.2009
Amerika Devletleri Örgütü (OAS) Venezüella Büyükelçisi Roy Chaderton, bu Pazartesi günü yaptığı açıklamada Honduras’taki askeri darbenin üzerinden üç ay geçmesine rağmen OAS’ın bu ülkedeki gelişmeler karşısında yavaş hareket ettiğini belirtti.
OAS Olağanüstü Konsey Toplantısı’nda söz alan Chaderton, darbeci başkan Roberto Micheletti’nin aralarında ifade, toplantı ve biraraya gelme özgürlüklerinin de olduğu beş anayasal hakka sınırlaması ile ilgili olarak OAS’ın yavaş ve kahvaltı sonrası siesta uyuşukluğu içerisinde yanıt verdiğini belirtti.
Tegucigalpa’daki Brezilya Büyükelçiliği’ne yönelik baskılarla ilgili olarak ise ‘büyükelçilikte olanlar küçük olaylar değildir. İkincil derecedeki planlarla düzenlenemeyecek kadar önemlidir’ vurgusunu yaptı.
Chaderton, OAS bileşenlerinden geçen hafta sonu Honduras’a girmesine izin verilmeyen OAS temsilcileri konusu yerine Brezilya Büyükelçiliği’ndeki gelişmelere daha fazla öncelik vermelerini istedi.
Chaderton, öte yandan darbeci hükümeti destekleyen ve iktidardaki barbarların komplolarını hayata geçirmelerini sağlayan medya terörüne de dikkat çekti. Honduraslı Canal 36 ve Radyo Globo’nun kapatılmasına karşın Fox News, CNN İspanyolca ve İngilizce gibi ABD kaynaklı kanalların darbeci Micheletti’yi geçici başkan (Kasım seçimlerine dair bir dezenformasyon) ve Zelaya’yı da devrik başkan olarak tanımladıklarını vurguladı.
Chaderton, konuşmasında darbecilerin Manuel Zelaya’nın bir haftadan beri bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği’ne yönelik zehirli gazla yaptıkları saldırıdan dolayı 17 yaşındaki üniversite öğrencisi Wendy Avila’nın öldüğünü belirterek durumun ciddiyetinin altını çizdi. Venezüellalı OAS büyükelçisi, darbe sonrası Honduras’ta pek çok faili meçhul cinayet ve kayıplar olduğunu vurguladı.
Chaderton, ‘darbeci Micheletti hükümeti, anayasal hakları 45 günlüğüne yasaklamasının gerekçesini seçim kampanyası olarak ortaya koyup bunu bizim (OAS’ın) kabul etmemizi beklemektedir’ diyerek darbeci Micheletti’nin bir diğer komplosunun altını çizdi.
Chaderton, konuşmasını uluslararası kamuoyuna Honduras’a daha fazla baskı yapmasının son derece gerekli olduğu mesajını ileterek tamamladı.
Haber: CANAN ATEŞ
28.09.2009
25 Eylül 2009 Cuma
içimdeki insanlık
bugün günlerden pazar
hava aydınlık
hava alabildiğine sıcak
ve havada kum fırtınası var
ey içimdeki insanlık
seni düşünüyorum
yalnızca seni
senin kanayan sesini düşünüyorum
önümde nil
arkamda piramitler
nil alabildiğine uzun
ve zaman alabildiğine mülâyim
ey içimdeki insanlık
seni düşünüyorum
yalnızca seni
senin kanayan sesini düşünüyorum
sohbet kervânına katılan insan
külrengi sabahların karartamadığı
gülrengi âşkını seviyorum senin
ne musa'ya tapmışsındır sen
ne firavun'a
senin gözlerinin derinindeki kızıldeniz'i seviyorum
alabildiğine sonsuz
alabildiğine hırçın
ve alabildiğine âsî gözlerini seviyorum
ey içimdeki insanlık
seni düşünüyorum
yalnızca seni
senin kanayan sesini düşünüyorum
şiir: hilmi bulunmaz
foto: fikriye bulunmaz
hava aydınlık
hava alabildiğine sıcak
ve havada kum fırtınası var
ey içimdeki insanlık
seni düşünüyorum
yalnızca seni
senin kanayan sesini düşünüyorum
önümde nil
arkamda piramitler
nil alabildiğine uzun
ve zaman alabildiğine mülâyim
ey içimdeki insanlık
seni düşünüyorum
yalnızca seni
senin kanayan sesini düşünüyorum
sohbet kervânına katılan insan
külrengi sabahların karartamadığı
gülrengi âşkını seviyorum senin
ne musa'ya tapmışsındır sen
ne firavun'a
senin gözlerinin derinindeki kızıldeniz'i seviyorum
alabildiğine sonsuz
alabildiğine hırçın
ve alabildiğine âsî gözlerini seviyorum
ey içimdeki insanlık
seni düşünüyorum
yalnızca seni
senin kanayan sesini düşünüyorum
şiir: hilmi bulunmaz
foto: fikriye bulunmaz
Sosyalist bilinç gelişiyor!
Chávez, ABD Halkına Dünyayı Değiştirmek İçin Mücadele Çağrısı Yaptı.
Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez, BM Genel Meclisi’ne katılmak için gittiği ABD’nin New York şehrinde biraraya geldiği sendikacılara „sağlam bir bilince ve halkı uyandırmaya dayalı bir mücedele içerisinde bir araya gelmeli ve dünyayı değiştirmeliyiz“ çağrısında bulundu.
Konuşması esnasında Karl Marx’ın ‘bütün dünyanın işçileri birleşiniz’ sözünü hatırlatarak işçi sınıfının birliği vurgusunu yaptı. ‘Dünya değişmeye başladı. ABD de bu dünyanın bir parçası ve bu değişimin dışında kalamaz’ diyen Chavez, dünyayı kurtaracak olan tek şeyin sosyalizm yolunda yürümek olduğunu ifade etti.
‘Obama dahil bu değişimi farkedecek olan herkes bunun nasıl olacağını sormaya başlayacaktır. Şurası kesindir ki bu değişim kapitalizm çerçevesinde gerçekleşmeyecektir’ diyen Chavez, ABD’nin büyük bir ülke olduğunu söyledi. ABD’nin bir yanı emperyalizm ise diğer yanının da ABD halkı olduğu vurgusunu yaptı.
ABD medyasının saldırısının altını çizen başkan, tüm ilerici Latin Amerikalı hükümetleri kastederek ‘bize saldırıyorlar, sonra da bize ABD’nin düşmanı diyorlar. Biz, emperyalizmin, açlığın, sefaletin ve sömürünün düşmanıyız. Obama ile oturup konuşmak isterim. Ben hiçbir ülke için tehdit değilim. Bizi canavar gibi göstermeye çalışıyorlar, çünkü onlar demokrasiden korkuyorlar.’ dedi.
Chavez, Obama’nın iki ayrı karakterde olduğunu vurguladı. Konuşmalarında barıştan bahseden Obama’nın söylediklerine ters düşen kararlar aldığını ifade eden başkan, ‘madem barıştan yanasınız, Kolombiya’daki yedi adet askeri üs ne anlama geliyor’ 4. filo Latin Amerika karasularında ne arıyor? Bunlar barış değil, savaş üsleridir’ dedi.
Chavez, ABD devlet başkanına ‘Obama, Obama! Aç gözlerini! Kolombiya’ya daha fazla asker, daha fazla savaş uçağı gönderme! Barıştan konuşacağız artık, barış için çağrı yapacağız’ şeklinde seslendi.
Haber: CANAN ATEŞ
23.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez, BM Genel Meclisi’ne katılmak için gittiği ABD’nin New York şehrinde biraraya geldiği sendikacılara „sağlam bir bilince ve halkı uyandırmaya dayalı bir mücedele içerisinde bir araya gelmeli ve dünyayı değiştirmeliyiz“ çağrısında bulundu.
Konuşması esnasında Karl Marx’ın ‘bütün dünyanın işçileri birleşiniz’ sözünü hatırlatarak işçi sınıfının birliği vurgusunu yaptı. ‘Dünya değişmeye başladı. ABD de bu dünyanın bir parçası ve bu değişimin dışında kalamaz’ diyen Chavez, dünyayı kurtaracak olan tek şeyin sosyalizm yolunda yürümek olduğunu ifade etti.
‘Obama dahil bu değişimi farkedecek olan herkes bunun nasıl olacağını sormaya başlayacaktır. Şurası kesindir ki bu değişim kapitalizm çerçevesinde gerçekleşmeyecektir’ diyen Chavez, ABD’nin büyük bir ülke olduğunu söyledi. ABD’nin bir yanı emperyalizm ise diğer yanının da ABD halkı olduğu vurgusunu yaptı.
ABD medyasının saldırısının altını çizen başkan, tüm ilerici Latin Amerikalı hükümetleri kastederek ‘bize saldırıyorlar, sonra da bize ABD’nin düşmanı diyorlar. Biz, emperyalizmin, açlığın, sefaletin ve sömürünün düşmanıyız. Obama ile oturup konuşmak isterim. Ben hiçbir ülke için tehdit değilim. Bizi canavar gibi göstermeye çalışıyorlar, çünkü onlar demokrasiden korkuyorlar.’ dedi.
Chavez, Obama’nın iki ayrı karakterde olduğunu vurguladı. Konuşmalarında barıştan bahseden Obama’nın söylediklerine ters düşen kararlar aldığını ifade eden başkan, ‘madem barıştan yanasınız, Kolombiya’daki yedi adet askeri üs ne anlama geliyor’ 4. filo Latin Amerika karasularında ne arıyor? Bunlar barış değil, savaş üsleridir’ dedi.
Chavez, ABD devlet başkanına ‘Obama, Obama! Aç gözlerini! Kolombiya’ya daha fazla asker, daha fazla savaş uçağı gönderme! Barıştan konuşacağız artık, barış için çağrı yapacağız’ şeklinde seslendi.
Haber: CANAN ATEŞ
23.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Honduras'taki faşist darbeciler yasa tanımıyor
Manuel Zelaya: Honduras Halkını Yalnız Bırakmayın!
Honduras’ın başkenti Tegucigalpa’daki Brezilya Büyükelçiliği’de bulunan Honduras’ın yasal devlet başkanı Manuel Zelaya taraftarı yüzlerce Honduraslı, bu Çarşamba günü başkentte bulunan BM binasına doğru yürüyüşe geçti. Maskeli polisler ve askeri birlikler tarafından sarılmış durumdaki Brezilya Büyükelçiliği’nden başlayan yürüyüşün tüm baskılara rağmen kalabalık bir kitle tarafından yapıldığı kaydedildi. Darbeci hükümetin kolluk güçleri gösterici kitleyi BM binasına yaklaştırmamak için her türlü önlemi almış durumda.
Başkan Zelaya’nın bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği’ne ise herhangi bir genel elektrik kesintisi olmamasına rağmen elektrik ve su hizmeti verilmiyor. Darbeci hükümet, büyükelçilik binası yakınlarına yerleştirdiği cihazlar ile binadakilerin cep telefonu ile iletişimini de engelliyor. Ayrıca, büyükelçilik binasının tepesinde sürekli kontrol uçuşu yapan helikopter ve arka bahçedeki çok sayıda maskeli polis, binayı sürekli gözetim altında tutuyor. Ayrıca, bugün yeniden sokağa çıkma yasağı ilan eden darbeci hükümet bu yasağın Perşembe gününe kadar süreceğini bildirdi.
Brezilya Büyükelçiliği’nin Honduras’ın darbeci hükümetinin, Zelaya’yı kendilerine teslim etmesi şeklindeki talebini red etmesi üzerine darbecilerin büyükelçilik binasına saldırabileceklerine dair gelişmeler, Latin Amerikalı ülkelerin tamamının tepkisiyle karşılaştı. Venezüella, Bolivya, Küba, Antigua ve Barbuda, Dominik Cumhuriyeti, San Vicente, Ekvator, Honduras ve Nikaragua’nın içinde bulunduğu Bizim Amerikamız Halkları Bolivarcı Birliği (ALBA), bu Çarşamba günü yayınladığı bir bildiri ile Honduras’ın darbeci hükümetinden Honduras yasal devlet başkanı Manuel Zelaya’nın bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği’ne karşı takındığı düşmanca tavra son vermesini istedi. ‘Zelaya ve ailesinin başına gelecek herşeyden darbeci hükümeti sorumlu tutacağız’ denilen açıklamada darbeci hükümetin büyükelçiliğin etrafını sarmasının Viyana Konvensiyonu’nda tanımlanan uluslararası ilişkiler normlarının ihlali olduğunun altı çizildi.
Öte yandan başkan Zelaya, ABD’nin New York şehrinde yapılmakta olan BM Genel Meclis Toplantısı’na katılan liderlere, darbeci Roberto Micheletti hükümetinin yoğun baskı uyguladığı Honduras halkını yalnız bırakmamaları çağrısında bulundu. ‘Honduras’a dialog amacıyla geldim ancak gaz bombaları ile karşılandım’ diyen Zelaya, uluslarası kamuoyuna Honduras halkı için yaptıklarından dolayı teşekkür etti. Şu an Honduras halkının tüm gezegene bir direniş örneği teşkil ettiğini vurgulayan başkan BM Genel Meclisi’ne katılan 120 liderden Honduras halkını yalnız bırakmamalarını istedi.
Haber: CANAN ATEŞ
23.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Honduras’ın başkenti Tegucigalpa’daki Brezilya Büyükelçiliği’de bulunan Honduras’ın yasal devlet başkanı Manuel Zelaya taraftarı yüzlerce Honduraslı, bu Çarşamba günü başkentte bulunan BM binasına doğru yürüyüşe geçti. Maskeli polisler ve askeri birlikler tarafından sarılmış durumdaki Brezilya Büyükelçiliği’nden başlayan yürüyüşün tüm baskılara rağmen kalabalık bir kitle tarafından yapıldığı kaydedildi. Darbeci hükümetin kolluk güçleri gösterici kitleyi BM binasına yaklaştırmamak için her türlü önlemi almış durumda.
Başkan Zelaya’nın bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği’ne ise herhangi bir genel elektrik kesintisi olmamasına rağmen elektrik ve su hizmeti verilmiyor. Darbeci hükümet, büyükelçilik binası yakınlarına yerleştirdiği cihazlar ile binadakilerin cep telefonu ile iletişimini de engelliyor. Ayrıca, büyükelçilik binasının tepesinde sürekli kontrol uçuşu yapan helikopter ve arka bahçedeki çok sayıda maskeli polis, binayı sürekli gözetim altında tutuyor. Ayrıca, bugün yeniden sokağa çıkma yasağı ilan eden darbeci hükümet bu yasağın Perşembe gününe kadar süreceğini bildirdi.
Brezilya Büyükelçiliği’nin Honduras’ın darbeci hükümetinin, Zelaya’yı kendilerine teslim etmesi şeklindeki talebini red etmesi üzerine darbecilerin büyükelçilik binasına saldırabileceklerine dair gelişmeler, Latin Amerikalı ülkelerin tamamının tepkisiyle karşılaştı. Venezüella, Bolivya, Küba, Antigua ve Barbuda, Dominik Cumhuriyeti, San Vicente, Ekvator, Honduras ve Nikaragua’nın içinde bulunduğu Bizim Amerikamız Halkları Bolivarcı Birliği (ALBA), bu Çarşamba günü yayınladığı bir bildiri ile Honduras’ın darbeci hükümetinden Honduras yasal devlet başkanı Manuel Zelaya’nın bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği’ne karşı takındığı düşmanca tavra son vermesini istedi. ‘Zelaya ve ailesinin başına gelecek herşeyden darbeci hükümeti sorumlu tutacağız’ denilen açıklamada darbeci hükümetin büyükelçiliğin etrafını sarmasının Viyana Konvensiyonu’nda tanımlanan uluslararası ilişkiler normlarının ihlali olduğunun altı çizildi.
Öte yandan başkan Zelaya, ABD’nin New York şehrinde yapılmakta olan BM Genel Meclis Toplantısı’na katılan liderlere, darbeci Roberto Micheletti hükümetinin yoğun baskı uyguladığı Honduras halkını yalnız bırakmamaları çağrısında bulundu. ‘Honduras’a dialog amacıyla geldim ancak gaz bombaları ile karşılandım’ diyen Zelaya, uluslarası kamuoyuna Honduras halkı için yaptıklarından dolayı teşekkür etti. Şu an Honduras halkının tüm gezegene bir direniş örneği teşkil ettiğini vurgulayan başkan BM Genel Meclisi’ne katılan 120 liderden Honduras halkını yalnız bırakmamalarını istedi.
Haber: CANAN ATEŞ
23.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Honduras halkı, Amerikan emperyalizminin emzirdiği faşizme karşı müthiş bir direniş örgütlüyor!
Honduras’ta En Az 300 Kişi Gözaltında
Honduras’taki Askeri Darbeye Karşı Ulusal Cephe önderlerinden Rafael Alegria, darbeci hükümete karşı gösteri yapan 300 kişinin polis ve askeri güçler tarafından gözaltına alındığını bildirdi.
Alegria, Salı günü boyunca gözaltına alınanların Şili diktatörü Augusto Pinochet dönemini hatırlatırcasına başkent Tegucigalpa’daki bir futbol sahasında tutulduklarını söyledi.
Gözaltındaki Honduraslıların, yasal devlet başkanı Manuel Zelaya’nın herkesi şaşırtan bir şekilde ülkesine dönmesi nedeniyle onu görmek ve kendisiyle dayanışmak amacıyla bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği etrafında toplandıkları esnada darbeci kolluk güçlerinin saldırısına uğradıklarını vurgulayan Alegria, Honduras halkının 88 gündür direnişte olduğunu belirtti. ‘Ne kadar çok baskı uygularlarsa o kadar çok kişi sokaklara dökülür’ diyen Ulusal Cephe önderi, Honduras halkının Salı ve Çarşamba günleri boyunca sokağa çıkma yasağına rağmen Zelaya’nın tekrar iktidara gelmesi talebiyle sokağa çıkacağını ifade etti.
Öte yandan, darbeci hükümet Zelaya’nın bulunduğu Brezilya büyükelçiliğinin elektrikleri kesti ve büyükelçilik binasına gıda maddesi taşınmasına engel oluyor.
Alegria, polis ve asker saldırısı sonucu pek çok yaralının olduğunu ve bu kişilere ait bilgilerin İsan Hakları Komisyonu’na verildiğini bildirdi. Yaralıların bir kısmının da polis tarafından şüpheli kişiler olduğu gerekçesiyle gözaltına alındıklarını belirten Alegria, bu nedenle yaralı sayısı hakkında kesin bir bilgi verilemediğini vurguladı. Tüm bu baskılara ve saldırılara karşı, Honduras halkının cesaret ve coşku ile Zelaya görevine dönene kadar direnişe devam edeceğinin altını çizdi.
Honduras devlet başkanı Zelaya ve direnen Honduras halkına yönelik uluslararası destek hızla artıyor. Pazartesi günü olağanüstü gündemle toplanan Amerika Devletleri Örgütü’nün (OAS) ardından ALBA ülkeleri de Salı sabahı yayınladıkları bir bildiri ile Honduras yasal devlet başkanı Zelaya’ya tam destek verdiklerini bildirdiler.
Venezüella, Nikaragua, Küba başta olmak üzere diğer Latin Amerikalı ülkeler olan Arjantin, Brezilya, Uruguay, Bolivya, Paraguay, Guatemala liderleri ve dışişleri bakanları Honduras’ın darbeci hükümetini bir kez daha kınayarak Zelaya’yı destekleyen Honduras halkına karşı insan hakları ihlali suçu işlememesi konusunda uyardılar.
Haber: CANAN ATEŞ
22.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Honduras’taki Askeri Darbeye Karşı Ulusal Cephe önderlerinden Rafael Alegria, darbeci hükümete karşı gösteri yapan 300 kişinin polis ve askeri güçler tarafından gözaltına alındığını bildirdi.
Alegria, Salı günü boyunca gözaltına alınanların Şili diktatörü Augusto Pinochet dönemini hatırlatırcasına başkent Tegucigalpa’daki bir futbol sahasında tutulduklarını söyledi.
Gözaltındaki Honduraslıların, yasal devlet başkanı Manuel Zelaya’nın herkesi şaşırtan bir şekilde ülkesine dönmesi nedeniyle onu görmek ve kendisiyle dayanışmak amacıyla bulunduğu Brezilya Büyükelçiliği etrafında toplandıkları esnada darbeci kolluk güçlerinin saldırısına uğradıklarını vurgulayan Alegria, Honduras halkının 88 gündür direnişte olduğunu belirtti. ‘Ne kadar çok baskı uygularlarsa o kadar çok kişi sokaklara dökülür’ diyen Ulusal Cephe önderi, Honduras halkının Salı ve Çarşamba günleri boyunca sokağa çıkma yasağına rağmen Zelaya’nın tekrar iktidara gelmesi talebiyle sokağa çıkacağını ifade etti.
Öte yandan, darbeci hükümet Zelaya’nın bulunduğu Brezilya büyükelçiliğinin elektrikleri kesti ve büyükelçilik binasına gıda maddesi taşınmasına engel oluyor.
Alegria, polis ve asker saldırısı sonucu pek çok yaralının olduğunu ve bu kişilere ait bilgilerin İsan Hakları Komisyonu’na verildiğini bildirdi. Yaralıların bir kısmının da polis tarafından şüpheli kişiler olduğu gerekçesiyle gözaltına alındıklarını belirten Alegria, bu nedenle yaralı sayısı hakkında kesin bir bilgi verilemediğini vurguladı. Tüm bu baskılara ve saldırılara karşı, Honduras halkının cesaret ve coşku ile Zelaya görevine dönene kadar direnişe devam edeceğinin altını çizdi.
Honduras devlet başkanı Zelaya ve direnen Honduras halkına yönelik uluslararası destek hızla artıyor. Pazartesi günü olağanüstü gündemle toplanan Amerika Devletleri Örgütü’nün (OAS) ardından ALBA ülkeleri de Salı sabahı yayınladıkları bir bildiri ile Honduras yasal devlet başkanı Zelaya’ya tam destek verdiklerini bildirdiler.
Venezüella, Nikaragua, Küba başta olmak üzere diğer Latin Amerikalı ülkeler olan Arjantin, Brezilya, Uruguay, Bolivya, Paraguay, Guatemala liderleri ve dışişleri bakanları Honduras’ın darbeci hükümetini bir kez daha kınayarak Zelaya’yı destekleyen Honduras halkına karşı insan hakları ihlali suçu işlememesi konusunda uyardılar.
Haber: CANAN ATEŞ
22.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
17 Eylül 2009 Perşembe
Olmayanı olmuş gibi, olanı olmamış gibi gösterme çabasının dayanılmaz hafifliği yada bir yalanın toplumsal anatomisi; O. Akgül - H. Bulunmaz diyalogu!
Hilmi Bulunmaz
17 Eylül 2009
Tarafımdan OYUN dergisi editörü olarak atanan Bulunmaz Tiyatro "Yazarlık Kursu" öğrencilerinden Ozan Akgül, cin olmadan adam çarpmaya yeltenip sosyalist kimlikli dergimizi "LENİN'sizleştirme" eylemine ortak olduğu için, yine benim tarafımdan görevden uzaklaştırıldı. Bu uzaklaştırılmayı içine sindiremeyen Akgül, eline aldığı kalemi aklına geldiği gibi kullanma alışkanlığında olduğundan, sanırım yazar olma yeteneğini geliştiremeyecek.
Akgül - Bu yazıyı kaleme almak bana sıkıntı veriyor; çünkü uzun uzun "polemik"lerle zaman harcama niyetinde değilim.
Bulunmaz - Senin gibi "cesaret ve cehalet sahibi biri" tarafından kaleme alınmış bir yazıya yanıt vermek için bilgisayarın karşısına geçip yazı yazmak, bana çok büyük bir sıkıntı veriyor!
Akgül - Ancak bana yönelttiğiniz suçlamanıza karşı sessiz kalamayacağımı iyi bilirsiniz.
Bulunmaz - Sana suçlama yöneltmedim; sadece yalancı olduğunu tescil ettim. Bu tescil sonucu, okurların gözündeki güvenirliliğin iyice dibe vurdu.
Akgül - Suçlamanıza geçmeden önce Tiyatro Oyun dergisine yapmış olduğunuz darbeden söz etmek isterim.
Bulunmaz - Ortada suçlama denilebilecek bir şey olmamasına, demagoji yapıp "Suçlamanıza geçmeden önce" sözüyle başladığın tümceyi kabul etmememe karşın, yine de, "bana yönelttiğiniz suçlamanıza karşı sessiz kalamayacağımı iyi bilirsiniz."
Akgül - Aslında gerekli açıklamaları kamuoyuna duyuru adlı yazımızda dile getirdiğimiz hâlde söylenecek birkaç sözün daha olduğunu düşünüyorum.
Bulunmaz - "kamuoyuna duyuru" adlı yazınızda söylediğiniz yalanların dışında, yeni yalanlar mı imal ettiniz?
Akgül - Tiyatro Oyun dergisi bizim zamanımızda hiçbir zaman sosyalist bir dergi olmadı.
Bulunmaz - Çok ilginç! Neden?
Akgül - Neden mi?
Bulunmaz – Evet, çok merak ediyorum. Neden?
Akgül - Hakaret, küfür gibi yazılarınız yayınlanmadığı için…
Bulunmaz – Hangi yazımın neresinde küfür var? Tek bir örnek gösterip, tek bir kaynak verseydin; bayağı hoş olacaktı! Merak duygum azalacaktı. "Belge soğukluğu"ndan malul olmadığını anlayacaktım.
Akgül - Çünkü Sosyalizm küfür etmekse sosyalist olmadı bu dergi!..
Bulunmaz – Bırak şimdi üfürmeyi de, hangi yazımın neresinde küfrettiğimi göster!
Akgül - Sosyalizm, Lenin şekilciliğiyse, Tiyatro Oyun dergisi bizim dönemimizde "sosyalist" olmadı…
Bulunmaz - Al işte bir yalan daha! Hem de kendi kendini yalanlayan bir yalan! Size teslim ettiğim ve sizin tarafınızdan yayınlanan 6. sayıda Lenin fotoğrafı ve Lenin'in şu sözleri yok muydu:
"Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır. Bizim devrimimiz, sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı."
Vardı!
Peki, 7. sayıda yok muydu? Evet, onda da vardı! Madem ki Lenin bir şekilden ibaret, neden iki sayı arka arkaya bu şekli içinize sindirdiniz? Alnınıza silah mı dayadım?
Akgül - Emek yerine Lenin tercih ediyorsanız, lütfen kendinizi değerlendirin…
Bulunmaz – Emek sözcüğüyle Lenin sözcüğü tamamıyla birbiriyle özdeşleşmiş sözcüklerdir. Emek sözcüğüyle Lenin sözcüğü, bir madalyanın iki yüzü gibidirler. Emek olmadan Lenin olamayacağı gibi, Lenin olmadan da emek olamaz. Lenin'siz emek, emeğe karşıt bir emektir. Lenin'siz emek, kapitalizmi yeniden üretir. Lenin'siz emeğin var olabileceğini sanmak, yumurtasız omlet yapılabileceğini sanmakla eş anlamlıdır. Nasıl ki portakalın rengiyle portakalın kendisi birbirinden ayrılamazsa, emekle Lenin de birbirinden ayrılamaz. Ancak, senin niyetin, siyasal ve/ya ideolojik bir tartışma yapmak değil, tamamıyla kendi küçük burjuva dünyanı kurtarmaktan ibaret.
Akgül - Sadece tekrarlar ve şekilcilik üzerinden sosyalizmi savundunuz.
Bulunmaz – Peki siz sosyalizmi nasıl savundunuz? Siz hiç sosyalizmi savundunuz mu? Sizin sosyalizmi savunma gibi bir sorununuz oldu mu? Ben, hiçbir zaman için sizin sosyalizmi savunduğunuza tanık olmadım. Benim tanık olmadığım herhangi bir mahalde savunduysanız, lütfen belirtin de öğrenelim. Sosyalizm nasıl savunulurmuş dost düşman öğrensin. Lenin'in orak-çekiçli fotoğrafını söküp atmak ve Lenin'in yukarıda belirttiğimiz sözlerini imha etmekle nasıl sosyalizmi savundunuz? Doğrusu bayağı merak ediyorum!
Akgül - "Tüyü bitmemiş yetimin hakkını" düşünürken emeği çöpe attınız…
Bulunmaz - Tüyü bitmemiş yetimin hakkını düşünenler, hiçbir zaman emeği çöpe atmazlar. Sosyalizm, emekle kurulur ve emeğin iktidarına giden yol, sosyalist mantıkla döşenir. Soyut, anlamsız, küçük burjuva ruhuyla, ancak sınıf atlama isteğini içeren emek savunulur. Sadece benim, senin, onun, bizim, sizin, onların emeği önemli değildir. Bu saydıklarımın emekleri, ayrı ayrı yada hep beraber önemlidir; ancak bu emeklerin değer kazanması için bilimsel sosyalizm kuramına sahip olmak gerekir. Rüzgâr nereye esiyorsa, oraya doğru eğilmekle hiçbir emek, kendiliğinden değer kazanmaz.
Akgül - Neden?
Bulunmaz – Çünkü sen sosyalist değilsin! Söylediklerimi anlama gayretin yok!
Akgül - Çünkü siz sosyalist değilsiniz…
Bulunmaz – Yapma ya! Bayağı eğlenceli bir diyalog sürdürmeye başladık. Bakalım bu işin sonu nereye varacak?
Akgül - Emeğe değer vermeyen, "parayı ben kazanıyorum, sen değil diyen", sahipliğini hep sermaye üzerinden gösteren bir kişinin sosyalizmi savunmazı mümkün değildir.
Bulunmaz – Yineleme! Hep yineleme!!! Soyut emek savunuculuğu! Hep soyut emek savunuculuğu!!! Hep demagoji! Hep dezenformasyon! Hep yalan!!!
Akgül - Sizin uygulamanızı “vahşi kapitalistler” bile yapmamaktadır.
Bulunmaz – Bu sözünün hiçbir değeri olmadığını sen de biliyorsun. Ama ilişkide bulunduğun insanlara şirin görünmek için ağzına geldiği gibi söylüyorsun.
Akgül - Siz darbe yaptığınız.
Bulunmaz – Böyle düzeysiz, böyle anlamsız, böyle tamamıyla yalan içeren sözler etmekle nereye varmak istediğini kestirmek olanaksız. Ancak, şunu belirtmeden edemeyeceğim; söylediğin sözlerin osuruk kadar ağırlığı yok. Konuşmak için konuşuyor, yazmak için yazıyorsun. Pandülü kurulmuş bir robot gibisin canım kardeşim. Sürekli olarak patinaj çekiyorsun. Sen bu yinelemeci mantıkla nasıl bir yazar olmayı planlıyorsun, doğrusu çok şaşırıyorum?!
Akgül - Kendinizi bu bağlamda “devrimci” olarak lütfen görmeyiniz.
Bulunmaz – Emredersiniz! Başka isteğiniz var mı? Peki, “devrimci” olarak görmeyeyim de ne olarak göreyim?
Akgül - Siz, emeği çiğneyerek dergimizin dağıtımına izin vermediğiniz….
Bulunmaz – Senin dağarcığında “emek” sözcüğünden başka bir sözcük yok mu? Örnekse sosyalizm, komünizm, işçi sınıfı, siyaset, ideoloji, kültür, bilim, sanat, tiyatro, estetik, etik, saygı, sevgi, adam, insan…
Akgül - Lütfen darbeyi devrime çevirerek bu konu üstünden de nemalanmayınız…
Bulunmaz – Ozancığım, Akgülcüğüm; sen kendini hâlâ içerisini boşaltmak için savaşım verdiğin OYUN dergisinin editörü sanıyorsun galiba. Canım kardeşim, seni o göreve ben getirdim ve yine ben aldım. Sen, ilk önce hiçbir yere yaslanmadan, özgür istencinle iş yapma aşamasına gel, ondan sonra belki bana talimatlar verme şansına sahip olabilirsin. Bir sosyalist, asla ve asla bir küçük burjuvadan buyruk almaz. Hele senin gibi bir çömezden kesinlikle!...
Akgül- Tiyatro Oyun dergisinin 9. sayısının “12 Eylül özel sayısı” olmasına birlikte karar verdik.
Bulunmaz – Birlikte karar verdik ve ben hemen “12 Eylül Faşizmi ve tiyatro” başlığıyla bir yazı yazıp size teslim ettim; siz de hemen hemen tüm yazılarıma yaptığınız gibi, bu yazıma da ambargo koydunuz. Benim yazımın dışında, hiçbir yazının başlığında, hattâ ciddi anlamda içeriğinde “12 Eylül Faşizmi”ne değinilmemesine ve kapağında da “12 Eylül Özel Sayısı” yazmamasına karşın, nasıl oluyor da tek ayak üzerinde yalan söyleyip, ısrarla ve inatla “12 Eylül özel sayısı” sayıklamasında bulunabiliyorsunuz? Utanmıyor musunuz? Utanma eşiğini aştınız mı? Yoksa sizin de kılavuzunun Mustafa Şükrü Demirkanlı mı?
Akgül - Hattâ kapaktaki gergedan fikrini Toprak Karaoğlu önerdi ve bu konuda mutabık kaldık.
Bulunmaz – Gergedan fikrinde mutabık kalmak, bu derginin o sayısının “12 Eylül özel sayısı” olduğunu anlamına gelmez. Bizim kuyumculukla ilgili şirketimizin amblemi de “kılıç diş”, yani kedigillerin atası. Bunun ne önemi var? O zaman gergedandan çok daha vahşi ve acımasız olan “kılıç diş” hayvanını amblem olarak kullandığımıza göre, demek ki “Bulunmaz Kuyumculuk” da “12 Eylül Özel Sayısı” gibi algılanabilir. Ozancığım, senin işin bayağı zor. Hem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü”nde okuyup, hem de insan zekâsına kuşkuyla bakmamıza neden olan göstergeler ve metin-altı çabanla, insanları kendine güldürüyorsun. Lütfen sakin ol ve ondan sonra yazı yazmaya başla.
Akgül - Şimdi de bu derginin neresinde “özel sayı” yazıyor diye sözüm ona “dalga” geçiyorsunuz.
Bulunmaz – Ben dalga geçmiyorum. Dalga geçen biri yada birileri varsa, o da sensin yada “cesaret ve cehalet sahibi ikili” olarak; Toprak Karaoğlu ve sensin!!!
Akgül – Gerçekten gülünç duruma düşüyorsunuz…
Bulunmaz – Evet, senin gibi bir kursiyeri editör yapmakla, gerçekten bayağı gülünç duruma düştüm. Daha fazla gülünç duruma düşmek istemiyorum.
Akgül - Şekilci olduğunuzu bu kadar açık etmeyin.
Bulunmaz – Ne kadar açık edeyim? Kaç metre? Kaç kilo? Kaç litre?
Akgül - İçerik ve kapağın 12 Eylül Faşizmini anlattığını iyi biliyorsunuz…
Bulunmaz – Hayır, asla bilmiyorum! Çünkü böyle bir durum yok! Eylül 2009 tarihli 9. sayının kapak konusunun “12 Eylül Özel Sayısı” olduğunu belirten hiçbir gösterge yok. Tamamıyla ve açıkça yalan söylüyorsun.
Akgül - Sadece kelime oyunlarınla “size ait” olan blog sayfanızda olayı geçiştirip başka yönlere çekmek istiyorsunuz…
Bulunmaz – Beni, okurları, tiyatro kamuoyunu, sosyalistleri enayi yerine koymaya çalışıyorsun. Ben, okurlarım, tiyatro kamuoyu, sosyalistler benim yalan söylemeyeceğimi bilirler. En azından derginin kapağına bakarak, bu derginin kapağında “12 Eylül Özel Sayısı” ibaresi olmadığını gördüklerinde, senin yalancı olduğunu tescil etmiş olurlar. Yazık, daha çok gençsin. Yeni girdiğin üniversitedeki bölüm başkanın Yard. Doç.(Doç) Dr. Kerem Karaboğa bile üzülecek senin bu yalancılık durumuna. İstersen okulu bitirine kadar sabret, ondan sonra yalan söylemeye başlarsın. Türkiye tiyatrosunda yalan, yalancı, yalancılık o denli geçer akçe ki, lütfen, piyasaya düştükten sonra yalan söylemeye başla. Henüz çok erken. Yazık!!!
Akgül - Yapın, site sizin, para sizin, dergi sizin, Lenin sizin…
Bulunmaz – Tam olarak sana yalancılık hastalığı teşhisi koymuşken, pat diye bir doğru söyleyip yine beni şaşırtın. Doğru; site benim, para benim, dergi benim, Lenin benim! Koca bir yazıda nasıl oldu da doğru bir şey söyleyebildin? Beni şaşırttın Ozan!!!
Akgül - Dilediğinizce yapın…
Bulunmaz – Senin söylemene gerek yok. Ben, her şeyi dilediğimce yaparım. Yapacağım hiçbir şeyi kapitalistlere danışmam. İçimdeki sosyalist dinamo beni her zaman için doğru yola sevk ediyor.
Akgül - Ama unutmayın, bu dergide bizim dönemimizde hiçbir zaman emek sizin olmadı…
Bulunmaz – Tüm yazılarımı sansürlediğiniz için, emeklerimin hemen hemen hiçbiri okurları aydınlatabilme şansı bulamadı. Senin kıt beynini algılayabileceğine hiç olanak tanımıyorum; ama okurlarıma duyduğum saygı nedeniyle bir açıklamada bulunayım. Para, ölü emektir. Bir de örnek vererek durumu aydınlatalım: Bir fabrikadaki işçiler, canlı emektir. O fabrikaya giren iplik ölü emektir. İpliğin kumaşa dönüşmesi için canlı emeğe gereksinim vardır. Ölü emek (iplik) ile canlı emek (işçi) birleşince, bir başka ölü emek (kumaş) oluşur. Senin ve Toprak Karaoğlu’un, benim yazılarımı hunharca sansürleyen paşa gönlünüzü tatmin eden para, uzaydan bir yerden gelmiyor yada bir kalpazan tarafından basılmıyor. Yanında çalışan insanların alın teri var o paraların üzerinde. Oğlum Cemal’in neredeyse tüm yaşamını yurtdışında, evinden uzakta çalışmasının alın teri var, benim yaklaşık olarak elli yıllık birikimim var, sosyalist emeğim var. Daha burada saymakla bitiremeyeceğim denli yoğun bir “ölü emek” var sizin kendinizi yazar sanan düşler gören davranışlarınızda.
Akgül - Truva Atı sendromu!
Bulunmaz – Evet?!Akgül - Bizi karşı tarafın ajanı olarak suçluyorsunuz.
Bulunmaz – Yine yalan söylüyorsun! Sizi karşı tarafın ajanı olarak, hem de “ajan” sözcüğünü kullanarak suçladığım bir yazı gösterin, ne istersen yapmaya razıyım. Ancak sen, benim sizin hakkınızda herhangi bir yerde “ajan” sözcüğünü kullandığımı kanıtlayamazsan, artık senin ne olduğuna kendin karar ver.
Akgül - Hilmi Bulunmaz sormak isterim size: belgeniz var mı?
Bulunmaz - Var!
Akgül - Somut bir kanıt gösterebilir misiniz?
Bulunmaz - Tabii! Toprak Karaoğlu'na sordum:
(kimdenTiyatro Oyun <tiyatroyun@gmail.com>kimetoprak karaoglu <toprakkrgl@hotmail.com>
tarih28 Ağustos 2009 20:51konuDemirkanlı'nın aşağıya aktardığım iki sözcük için ne düşünüyorsun?gönderengmail.com
ayrıntıları gizle 28 Ağu
"geçiştirircesine yayımlamış" )
Yanıt: Tam 20 gündür; "Tıııs!"
Akgül - Anımsarım ki benzer söylemlerle suçlandığınızda benim burada kelimelere dökemeyeceğim küfür ve hakaretlerle insanlar veryansın ediyordunuz…
Bulunmaz - Ben, senin yaptığın gibi hiçbir zaman desteksiz yalanlarla tiyatral ve/ya siyasal savaşım vermedim.
Akgül - Bakın, TDK çatısı altına da sığınmıyorum.
Bulunmaz - TDK çatısı altına sığınmayıp yalan çatısı altına sığınıyorsun.
Akgül - Sadece soruyorum: Bu imanızın –ima diyorum çünkü açık olarak bile yazmamışsınız– belgesi var mı?
Bulunmaz - Evet, yukarıda belirttiğim gibi var!
Akgül - Siz ki belgesiz konuşmayı sevmeyen birisiniz(!) nasıl olur da böyle bir imada bulunursunuz?
Bulunmaz - Belgesiz ve yalan konuşmayı asla sevmem.
Akgül - Bu suçlamanız çok ciddidir…
Bulunmaz - Sizin yaptıklarınız çok ciddi suçlar olduğu için, ben de çok ciddi suçlamalarda bulunuyorum.
Akgül - Bunun açıklamasını en kısa sürede yapmalısınız, eğer kanıtlamıyorsanız özür dilemelisiniz…
Bulunmaz - Ben senin gibi gerçekleri gizleyen biri değilim. Yanlış yaptığımda özür dileyebilecek denli alçakgönüllüyüm. Ancak, burada özür dilememe gerektiren herhangi bir durum söz konusu değil. Sizin gibi düpedüz yalan söyleyen insanları ikna etmek gibi bir aptallığım sahip olduğum için değil, okurlarıma olan saygım nedeniyle sizin gibi dangalaklara yanıt yazıyorum. Derginin "12 Eylül Özel Sayısı"ndan bahsediyorsunuz; böyle bir sayı yok. Yani yalan söylüyorsunuz. Dergide "12 Eylül Faşizmi ve Kenan Evren" yazısını olduğunu iddia ediyorsunuz; böyle bir yazı yok. Yalancılığı tescil edilmiş birinin, tutup hesap sorması çok komik oluyor. Hattâ çok trajikomik oluyor. Umarım, yeni başladığın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Başkanı Yardımcı Doçent Kerem Karaboğa kardeşimiz, senin bu ahlaksızlığının metin-altını çözümlemeyi becerebilir.
Akgül - Tiyatro Oyun derginin son dört sayısını elinize alıp bakmanızı öneririm.
Bulunmaz - Sürekli olarak bakmaya başladım.
Akgül - Bu sayılarda siz var mısınız?
Bulunmaz - Yokum. Çünkü yazılarımı sansürleyip beni yasakladınız.
Akgül - Yanlış anlamayın, varsınız, ön iç kapak blogspot tanıtımında.
Bulunmaz - Eee!
Akgül - Bunu söylüyorum ki “şekilci” olarak bakarsanız dediğimi anlayamazsınız.
Bulunmaz - Anlat anlat heyecanlı olsun!
Akgül - Kendinizi göremediğiniz değil mi son dört sayıda? (Hakaret içeren yazılarınızdan bahsediyorum!)
Bulunmaz - Bir Truva Atı gibi davranan insanların, benim gibi bir sosyalist sanatçıyı engellemek için bayağı ter döktüklerini ölünceye dek unutmayacağım.
Akgül - Neden mi?
Bulunmaz - Neden?
Akgül - Biz devrim yaptık (silahsız, acısız, parasız) siz ise silahınızla (paranızla) darbe yaptınız.
Bulunmaz - Sevsinler seni!
Akgül - Kim devrimci, kim darbeci??
Bulunmaz - Ben devrimciyim, siz darbecisiniz!
Akgül - Son dört sayıya sahip olanlar Hilmi Bulunmaz’ın sesinin (hakaret ve küfür) dergi içinde bulunmadığını göreceklerdir.
Bulunmaz - Sizin gibi karşı devrimcilere dergi teslim etmenin kediye ciğer teslim etmek olduğunu kavrayamadığım için okurlarımdan özür dilerim.
Akgül - Sansürcüyüz o zaman??
Bulunmaz - Hah şunu bileydin!
Akgül - Hayır sansürcü de değiliz.
Bulunmaz - Ne olduğunuza artık karar verin kardeşim. Kararsızlık adamı rezil eder.
Akgül - Çünkü tüm yetkiyi Toprak Karaoğlu’na verdiğinizi deklere ettiniz.
Bulunmaz - Lenin'i sansür etme yetkisini asla vermedim. Çingenelerden özür dileyerek belirtiyorum; "Çingenye beylik vermişler, önce babasını astırmış!" Benim için, Lenin, dünyadaki birçok insandan çok daha önemli; benim için sosyalizm, dünyadaki tüm ideolojilerden çok daha önemli. Benim için bu denli önemli olan bir insan ve bir ideolojiyi sansürleyen adamları, hemen kapının önüne koyarım. Size de öyle yaptım. Çok mu incindiniz küçük burjuva ruhlu yazar adayları. Bana ve benim savunduğum toplumsal değerlere saldırarak, belki Kerem Karaoğlu'na şirin görünebilirsin, ancak halka hiçbir zaman şirin görünemezsin. Halkın yüreğindeki devrimci mahkeme, sizin gibileri, her zaman için düzeysizliğe ve kalleşliğe mahkum etmesini bilmiştir.
Akgül - Hattâ blog sitenizde yayınladığınız düzeydeki yazıların Toprak’ın yayınlanmayacağını bile bile kabul ettiniz.
Bulunmaz - Binmişsin bir alamete, gidiyorsun kıyamete. Kısır döngüsel bir söylemin ötesine geçebileceğini ne zaman görebileceğim? Çok merak ediyorum!
Akgül - Şimdi soruyorum: Sansürcü kim?
Bulunmaz - Şimdi yanıtlıyorum: Sansürcü sizsiniz" Yani "cesaret ve cehalet sahibi ikili".
Akgül - Darbeci kim?
Bulunmaz - Sizsiniz! Yani "cesaret ve cehalet sahibi ikili".
Akgül - Sayın Bulunmaz, sizle uzun süre söyleştik, sanat üzerine konuştuk…
Bulunmaz - Uzun süre söyleşmemize, sanat üzerine konuşmamıza karşın, size, insanlık namına hiçbir şey öğretemediğim için ne denli üzüldüğümü bilemezsiniz! Dangalaklara hiçbir şey öğretemediğimi görünce, kendimin de ne denli dangalak biri olduğumu öğrenmek beni müthiş rahatsız ediyor.
Akgül - Ama dergi çıkarttığımız günden bu yana sizi daha iyi tanımaya başladım.
Bulunmaz - Ben de!...
Akgül - Emeği önemsediğinizi sanırken, aslında umursamadığınızı, hattâ umursamamakla kalmayıp emek veren kişileri görmezden geldiğinizi gördüm.
Bulunmaz - Ben de sizin gibi genç ve dinamik yazar adaylarının yazar olabileceğini sanıp, yazar sıfatıyla onurlandırıp hem kitabını bastırdım ve hem de dergide sorumluluk verdim. Ancak birlikte "yolculuk" yapmaya başladığımızda, ne denli yazarlık ahlakından uzak olduğunuzu ve ne denli yalancı olduğunuzu kavradım.
Akgül - İnanınki sosyalist olmadığını söyleyen bir kişiye bunları söylemezdim. Ama siz bence kendi “sosyalizminizi” yaratmışsınız. Benimleysen dostumsun, benle değilsen düşmanımsın. Ben hiçbir zaman bir taraf olmadım. Taraflaşmayı marjinalleşmek uğruna giyilen bir kıyafet olarak görüyorum. Marjinalleşme, toplum içinde tanınma istediğidir. Bunu yapanlar insanları kullanıp, emeği çöpe atanlardır.08.09.09 günü Tiyatro Oyun dergisine el koydunuz. Devrim, size ağır geldi ve sermaye silahınızı kullanarak darbe yaptınız.Umarım bu “polemiğin” son yazısı olur. Yaptığınız suçlamanın en kısa zamanda açıklamasını yapmanızı ve herkesle paylaşmanızı umuyorum. Lütfen yazmış olduğum metinden cımbızla cümleler seçmeyiniz. Bütününü dikkate alınız.
Bulunmaz - Anlat anlat heyecanlı olsun!
Akgül - Not: Lütfen yazının bütününü dikkate alınız!!
Bulunmaz - Sen nasıl istersen öyle yaparım. Yeter ki sen iste! Sana jelibon da alayım mı?
Akgül - Bir konu hakkında suçlama yapacaksanız lütfen kelime oyunları kullanmayınız.
Bulunmaz - Bir de nasıl soluk alacağımın talimatını da verirsen sevinirim yazar müsvettesi.
Akgül - Açıkça yazınız…
Bulunmaz - Her zaman için açıkça yazdığım gibi, sizin yalancı olduğunuzu da açıkça yazmayı yeğledim.
Akgül - Eğer size yazılmış bu mektuba cevap vermeyecekseniz de gerekçesini kamuoyuyla paylaşınız.
Bulunmaz - Emredersin komutanım!
Akgül - Saygılarımla
Ozan Akgül
Bulunmaz - Kibarlığını sevsinler!
Önemli not: Bu yazı, henüz bitmedi. Taslak halindedir. Mısır gezimden sonra, bu taslağı taslak olmaktan çıkarıp, okunabilir bir yazı haline getireceğim. (HB)
***
Ayrıca bakınız: Sosyalist OYUN dergisini, LENİN’in sözlerinden arındırma faaliyetleri yürütmüş Ozan Akgül/Toprak Karaoğlu ikilisinin çuvala sığmayan yalan mızrakları!
17 Eylül 2009
Tarafımdan OYUN dergisi editörü olarak atanan Bulunmaz Tiyatro "Yazarlık Kursu" öğrencilerinden Ozan Akgül, cin olmadan adam çarpmaya yeltenip sosyalist kimlikli dergimizi "LENİN'sizleştirme" eylemine ortak olduğu için, yine benim tarafımdan görevden uzaklaştırıldı. Bu uzaklaştırılmayı içine sindiremeyen Akgül, eline aldığı kalemi aklına geldiği gibi kullanma alışkanlığında olduğundan, sanırım yazar olma yeteneğini geliştiremeyecek.
Akgül - Bu yazıyı kaleme almak bana sıkıntı veriyor; çünkü uzun uzun "polemik"lerle zaman harcama niyetinde değilim.
Bulunmaz - Senin gibi "cesaret ve cehalet sahibi biri" tarafından kaleme alınmış bir yazıya yanıt vermek için bilgisayarın karşısına geçip yazı yazmak, bana çok büyük bir sıkıntı veriyor!
Akgül - Ancak bana yönelttiğiniz suçlamanıza karşı sessiz kalamayacağımı iyi bilirsiniz.
Bulunmaz - Sana suçlama yöneltmedim; sadece yalancı olduğunu tescil ettim. Bu tescil sonucu, okurların gözündeki güvenirliliğin iyice dibe vurdu.
Akgül - Suçlamanıza geçmeden önce Tiyatro Oyun dergisine yapmış olduğunuz darbeden söz etmek isterim.
Bulunmaz - Ortada suçlama denilebilecek bir şey olmamasına, demagoji yapıp "Suçlamanıza geçmeden önce" sözüyle başladığın tümceyi kabul etmememe karşın, yine de, "bana yönelttiğiniz suçlamanıza karşı sessiz kalamayacağımı iyi bilirsiniz."
Akgül - Aslında gerekli açıklamaları kamuoyuna duyuru adlı yazımızda dile getirdiğimiz hâlde söylenecek birkaç sözün daha olduğunu düşünüyorum.
Bulunmaz - "kamuoyuna duyuru" adlı yazınızda söylediğiniz yalanların dışında, yeni yalanlar mı imal ettiniz?
Akgül - Tiyatro Oyun dergisi bizim zamanımızda hiçbir zaman sosyalist bir dergi olmadı.
Bulunmaz - Çok ilginç! Neden?
Akgül - Neden mi?
Bulunmaz – Evet, çok merak ediyorum. Neden?
Akgül - Hakaret, küfür gibi yazılarınız yayınlanmadığı için…
Bulunmaz – Hangi yazımın neresinde küfür var? Tek bir örnek gösterip, tek bir kaynak verseydin; bayağı hoş olacaktı! Merak duygum azalacaktı. "Belge soğukluğu"ndan malul olmadığını anlayacaktım.
Akgül - Çünkü Sosyalizm küfür etmekse sosyalist olmadı bu dergi!..
Bulunmaz – Bırak şimdi üfürmeyi de, hangi yazımın neresinde küfrettiğimi göster!
Akgül - Sosyalizm, Lenin şekilciliğiyse, Tiyatro Oyun dergisi bizim dönemimizde "sosyalist" olmadı…
Bulunmaz - Al işte bir yalan daha! Hem de kendi kendini yalanlayan bir yalan! Size teslim ettiğim ve sizin tarafınızdan yayınlanan 6. sayıda Lenin fotoğrafı ve Lenin'in şu sözleri yok muydu:
"Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır. Bizim devrimimiz, sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı."
Vardı!
Peki, 7. sayıda yok muydu? Evet, onda da vardı! Madem ki Lenin bir şekilden ibaret, neden iki sayı arka arkaya bu şekli içinize sindirdiniz? Alnınıza silah mı dayadım?
Akgül - Emek yerine Lenin tercih ediyorsanız, lütfen kendinizi değerlendirin…
Bulunmaz – Emek sözcüğüyle Lenin sözcüğü tamamıyla birbiriyle özdeşleşmiş sözcüklerdir. Emek sözcüğüyle Lenin sözcüğü, bir madalyanın iki yüzü gibidirler. Emek olmadan Lenin olamayacağı gibi, Lenin olmadan da emek olamaz. Lenin'siz emek, emeğe karşıt bir emektir. Lenin'siz emek, kapitalizmi yeniden üretir. Lenin'siz emeğin var olabileceğini sanmak, yumurtasız omlet yapılabileceğini sanmakla eş anlamlıdır. Nasıl ki portakalın rengiyle portakalın kendisi birbirinden ayrılamazsa, emekle Lenin de birbirinden ayrılamaz. Ancak, senin niyetin, siyasal ve/ya ideolojik bir tartışma yapmak değil, tamamıyla kendi küçük burjuva dünyanı kurtarmaktan ibaret.
Akgül - Sadece tekrarlar ve şekilcilik üzerinden sosyalizmi savundunuz.
Bulunmaz – Peki siz sosyalizmi nasıl savundunuz? Siz hiç sosyalizmi savundunuz mu? Sizin sosyalizmi savunma gibi bir sorununuz oldu mu? Ben, hiçbir zaman için sizin sosyalizmi savunduğunuza tanık olmadım. Benim tanık olmadığım herhangi bir mahalde savunduysanız, lütfen belirtin de öğrenelim. Sosyalizm nasıl savunulurmuş dost düşman öğrensin. Lenin'in orak-çekiçli fotoğrafını söküp atmak ve Lenin'in yukarıda belirttiğimiz sözlerini imha etmekle nasıl sosyalizmi savundunuz? Doğrusu bayağı merak ediyorum!
Akgül - "Tüyü bitmemiş yetimin hakkını" düşünürken emeği çöpe attınız…
Bulunmaz - Tüyü bitmemiş yetimin hakkını düşünenler, hiçbir zaman emeği çöpe atmazlar. Sosyalizm, emekle kurulur ve emeğin iktidarına giden yol, sosyalist mantıkla döşenir. Soyut, anlamsız, küçük burjuva ruhuyla, ancak sınıf atlama isteğini içeren emek savunulur. Sadece benim, senin, onun, bizim, sizin, onların emeği önemli değildir. Bu saydıklarımın emekleri, ayrı ayrı yada hep beraber önemlidir; ancak bu emeklerin değer kazanması için bilimsel sosyalizm kuramına sahip olmak gerekir. Rüzgâr nereye esiyorsa, oraya doğru eğilmekle hiçbir emek, kendiliğinden değer kazanmaz.
Akgül - Neden?
Bulunmaz – Çünkü sen sosyalist değilsin! Söylediklerimi anlama gayretin yok!
Akgül - Çünkü siz sosyalist değilsiniz…
Bulunmaz – Yapma ya! Bayağı eğlenceli bir diyalog sürdürmeye başladık. Bakalım bu işin sonu nereye varacak?
Akgül - Emeğe değer vermeyen, "parayı ben kazanıyorum, sen değil diyen", sahipliğini hep sermaye üzerinden gösteren bir kişinin sosyalizmi savunmazı mümkün değildir.
Bulunmaz – Yineleme! Hep yineleme!!! Soyut emek savunuculuğu! Hep soyut emek savunuculuğu!!! Hep demagoji! Hep dezenformasyon! Hep yalan!!!
Akgül - Sizin uygulamanızı “vahşi kapitalistler” bile yapmamaktadır.
Bulunmaz – Bu sözünün hiçbir değeri olmadığını sen de biliyorsun. Ama ilişkide bulunduğun insanlara şirin görünmek için ağzına geldiği gibi söylüyorsun.
Akgül - Siz darbe yaptığınız.
Bulunmaz – Böyle düzeysiz, böyle anlamsız, böyle tamamıyla yalan içeren sözler etmekle nereye varmak istediğini kestirmek olanaksız. Ancak, şunu belirtmeden edemeyeceğim; söylediğin sözlerin osuruk kadar ağırlığı yok. Konuşmak için konuşuyor, yazmak için yazıyorsun. Pandülü kurulmuş bir robot gibisin canım kardeşim. Sürekli olarak patinaj çekiyorsun. Sen bu yinelemeci mantıkla nasıl bir yazar olmayı planlıyorsun, doğrusu çok şaşırıyorum?!
Akgül - Kendinizi bu bağlamda “devrimci” olarak lütfen görmeyiniz.
Bulunmaz – Emredersiniz! Başka isteğiniz var mı? Peki, “devrimci” olarak görmeyeyim de ne olarak göreyim?
Akgül - Siz, emeği çiğneyerek dergimizin dağıtımına izin vermediğiniz….
Bulunmaz – Senin dağarcığında “emek” sözcüğünden başka bir sözcük yok mu? Örnekse sosyalizm, komünizm, işçi sınıfı, siyaset, ideoloji, kültür, bilim, sanat, tiyatro, estetik, etik, saygı, sevgi, adam, insan…
Akgül - Lütfen darbeyi devrime çevirerek bu konu üstünden de nemalanmayınız…
Bulunmaz – Ozancığım, Akgülcüğüm; sen kendini hâlâ içerisini boşaltmak için savaşım verdiğin OYUN dergisinin editörü sanıyorsun galiba. Canım kardeşim, seni o göreve ben getirdim ve yine ben aldım. Sen, ilk önce hiçbir yere yaslanmadan, özgür istencinle iş yapma aşamasına gel, ondan sonra belki bana talimatlar verme şansına sahip olabilirsin. Bir sosyalist, asla ve asla bir küçük burjuvadan buyruk almaz. Hele senin gibi bir çömezden kesinlikle!...
Akgül- Tiyatro Oyun dergisinin 9. sayısının “12 Eylül özel sayısı” olmasına birlikte karar verdik.
Bulunmaz – Birlikte karar verdik ve ben hemen “12 Eylül Faşizmi ve tiyatro” başlığıyla bir yazı yazıp size teslim ettim; siz de hemen hemen tüm yazılarıma yaptığınız gibi, bu yazıma da ambargo koydunuz. Benim yazımın dışında, hiçbir yazının başlığında, hattâ ciddi anlamda içeriğinde “12 Eylül Faşizmi”ne değinilmemesine ve kapağında da “12 Eylül Özel Sayısı” yazmamasına karşın, nasıl oluyor da tek ayak üzerinde yalan söyleyip, ısrarla ve inatla “12 Eylül özel sayısı” sayıklamasında bulunabiliyorsunuz? Utanmıyor musunuz? Utanma eşiğini aştınız mı? Yoksa sizin de kılavuzunun Mustafa Şükrü Demirkanlı mı?
Akgül - Hattâ kapaktaki gergedan fikrini Toprak Karaoğlu önerdi ve bu konuda mutabık kaldık.
Bulunmaz – Gergedan fikrinde mutabık kalmak, bu derginin o sayısının “12 Eylül özel sayısı” olduğunu anlamına gelmez. Bizim kuyumculukla ilgili şirketimizin amblemi de “kılıç diş”, yani kedigillerin atası. Bunun ne önemi var? O zaman gergedandan çok daha vahşi ve acımasız olan “kılıç diş” hayvanını amblem olarak kullandığımıza göre, demek ki “Bulunmaz Kuyumculuk” da “12 Eylül Özel Sayısı” gibi algılanabilir. Ozancığım, senin işin bayağı zor. Hem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü”nde okuyup, hem de insan zekâsına kuşkuyla bakmamıza neden olan göstergeler ve metin-altı çabanla, insanları kendine güldürüyorsun. Lütfen sakin ol ve ondan sonra yazı yazmaya başla.
Akgül - Şimdi de bu derginin neresinde “özel sayı” yazıyor diye sözüm ona “dalga” geçiyorsunuz.
Bulunmaz – Ben dalga geçmiyorum. Dalga geçen biri yada birileri varsa, o da sensin yada “cesaret ve cehalet sahibi ikili” olarak; Toprak Karaoğlu ve sensin!!!
Akgül – Gerçekten gülünç duruma düşüyorsunuz…
Bulunmaz – Evet, senin gibi bir kursiyeri editör yapmakla, gerçekten bayağı gülünç duruma düştüm. Daha fazla gülünç duruma düşmek istemiyorum.
Akgül - Şekilci olduğunuzu bu kadar açık etmeyin.
Bulunmaz – Ne kadar açık edeyim? Kaç metre? Kaç kilo? Kaç litre?
Akgül - İçerik ve kapağın 12 Eylül Faşizmini anlattığını iyi biliyorsunuz…
Bulunmaz – Hayır, asla bilmiyorum! Çünkü böyle bir durum yok! Eylül 2009 tarihli 9. sayının kapak konusunun “12 Eylül Özel Sayısı” olduğunu belirten hiçbir gösterge yok. Tamamıyla ve açıkça yalan söylüyorsun.
Akgül - Sadece kelime oyunlarınla “size ait” olan blog sayfanızda olayı geçiştirip başka yönlere çekmek istiyorsunuz…
Bulunmaz – Beni, okurları, tiyatro kamuoyunu, sosyalistleri enayi yerine koymaya çalışıyorsun. Ben, okurlarım, tiyatro kamuoyu, sosyalistler benim yalan söylemeyeceğimi bilirler. En azından derginin kapağına bakarak, bu derginin kapağında “12 Eylül Özel Sayısı” ibaresi olmadığını gördüklerinde, senin yalancı olduğunu tescil etmiş olurlar. Yazık, daha çok gençsin. Yeni girdiğin üniversitedeki bölüm başkanın Yard. Doç.(Doç) Dr. Kerem Karaboğa bile üzülecek senin bu yalancılık durumuna. İstersen okulu bitirine kadar sabret, ondan sonra yalan söylemeye başlarsın. Türkiye tiyatrosunda yalan, yalancı, yalancılık o denli geçer akçe ki, lütfen, piyasaya düştükten sonra yalan söylemeye başla. Henüz çok erken. Yazık!!!
Akgül - Yapın, site sizin, para sizin, dergi sizin, Lenin sizin…
Bulunmaz – Tam olarak sana yalancılık hastalığı teşhisi koymuşken, pat diye bir doğru söyleyip yine beni şaşırtın. Doğru; site benim, para benim, dergi benim, Lenin benim! Koca bir yazıda nasıl oldu da doğru bir şey söyleyebildin? Beni şaşırttın Ozan!!!
Akgül - Dilediğinizce yapın…
Bulunmaz – Senin söylemene gerek yok. Ben, her şeyi dilediğimce yaparım. Yapacağım hiçbir şeyi kapitalistlere danışmam. İçimdeki sosyalist dinamo beni her zaman için doğru yola sevk ediyor.
Akgül - Ama unutmayın, bu dergide bizim dönemimizde hiçbir zaman emek sizin olmadı…
Bulunmaz – Tüm yazılarımı sansürlediğiniz için, emeklerimin hemen hemen hiçbiri okurları aydınlatabilme şansı bulamadı. Senin kıt beynini algılayabileceğine hiç olanak tanımıyorum; ama okurlarıma duyduğum saygı nedeniyle bir açıklamada bulunayım. Para, ölü emektir. Bir de örnek vererek durumu aydınlatalım: Bir fabrikadaki işçiler, canlı emektir. O fabrikaya giren iplik ölü emektir. İpliğin kumaşa dönüşmesi için canlı emeğe gereksinim vardır. Ölü emek (iplik) ile canlı emek (işçi) birleşince, bir başka ölü emek (kumaş) oluşur. Senin ve Toprak Karaoğlu’un, benim yazılarımı hunharca sansürleyen paşa gönlünüzü tatmin eden para, uzaydan bir yerden gelmiyor yada bir kalpazan tarafından basılmıyor. Yanında çalışan insanların alın teri var o paraların üzerinde. Oğlum Cemal’in neredeyse tüm yaşamını yurtdışında, evinden uzakta çalışmasının alın teri var, benim yaklaşık olarak elli yıllık birikimim var, sosyalist emeğim var. Daha burada saymakla bitiremeyeceğim denli yoğun bir “ölü emek” var sizin kendinizi yazar sanan düşler gören davranışlarınızda.
Akgül - Truva Atı sendromu!
Bulunmaz – Evet?!Akgül - Bizi karşı tarafın ajanı olarak suçluyorsunuz.
Bulunmaz – Yine yalan söylüyorsun! Sizi karşı tarafın ajanı olarak, hem de “ajan” sözcüğünü kullanarak suçladığım bir yazı gösterin, ne istersen yapmaya razıyım. Ancak sen, benim sizin hakkınızda herhangi bir yerde “ajan” sözcüğünü kullandığımı kanıtlayamazsan, artık senin ne olduğuna kendin karar ver.
Akgül - Hilmi Bulunmaz sormak isterim size: belgeniz var mı?
Bulunmaz - Var!
Akgül - Somut bir kanıt gösterebilir misiniz?
Bulunmaz - Tabii! Toprak Karaoğlu'na sordum:
(kimdenTiyatro Oyun <tiyatroyun@gmail.com>kimetoprak karaoglu <toprakkrgl@hotmail.com>
tarih28 Ağustos 2009 20:51konuDemirkanlı'nın aşağıya aktardığım iki sözcük için ne düşünüyorsun?gönderengmail.com
ayrıntıları gizle 28 Ağu
"geçiştirircesine yayımlamış" )
Yanıt: Tam 20 gündür; "Tıııs!"
Akgül - Anımsarım ki benzer söylemlerle suçlandığınızda benim burada kelimelere dökemeyeceğim küfür ve hakaretlerle insanlar veryansın ediyordunuz…
Bulunmaz - Ben, senin yaptığın gibi hiçbir zaman desteksiz yalanlarla tiyatral ve/ya siyasal savaşım vermedim.
Akgül - Bakın, TDK çatısı altına da sığınmıyorum.
Bulunmaz - TDK çatısı altına sığınmayıp yalan çatısı altına sığınıyorsun.
Akgül - Sadece soruyorum: Bu imanızın –ima diyorum çünkü açık olarak bile yazmamışsınız– belgesi var mı?
Bulunmaz - Evet, yukarıda belirttiğim gibi var!
Akgül - Siz ki belgesiz konuşmayı sevmeyen birisiniz(!) nasıl olur da böyle bir imada bulunursunuz?
Bulunmaz - Belgesiz ve yalan konuşmayı asla sevmem.
Akgül - Bu suçlamanız çok ciddidir…
Bulunmaz - Sizin yaptıklarınız çok ciddi suçlar olduğu için, ben de çok ciddi suçlamalarda bulunuyorum.
Akgül - Bunun açıklamasını en kısa sürede yapmalısınız, eğer kanıtlamıyorsanız özür dilemelisiniz…
Bulunmaz - Ben senin gibi gerçekleri gizleyen biri değilim. Yanlış yaptığımda özür dileyebilecek denli alçakgönüllüyüm. Ancak, burada özür dilememe gerektiren herhangi bir durum söz konusu değil. Sizin gibi düpedüz yalan söyleyen insanları ikna etmek gibi bir aptallığım sahip olduğum için değil, okurlarıma olan saygım nedeniyle sizin gibi dangalaklara yanıt yazıyorum. Derginin "12 Eylül Özel Sayısı"ndan bahsediyorsunuz; böyle bir sayı yok. Yani yalan söylüyorsunuz. Dergide "12 Eylül Faşizmi ve Kenan Evren" yazısını olduğunu iddia ediyorsunuz; böyle bir yazı yok. Yalancılığı tescil edilmiş birinin, tutup hesap sorması çok komik oluyor. Hattâ çok trajikomik oluyor. Umarım, yeni başladığın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Başkanı Yardımcı Doçent Kerem Karaboğa kardeşimiz, senin bu ahlaksızlığının metin-altını çözümlemeyi becerebilir.
Akgül - Tiyatro Oyun derginin son dört sayısını elinize alıp bakmanızı öneririm.
Bulunmaz - Sürekli olarak bakmaya başladım.
Akgül - Bu sayılarda siz var mısınız?
Bulunmaz - Yokum. Çünkü yazılarımı sansürleyip beni yasakladınız.
Akgül - Yanlış anlamayın, varsınız, ön iç kapak blogspot tanıtımında.
Bulunmaz - Eee!
Akgül - Bunu söylüyorum ki “şekilci” olarak bakarsanız dediğimi anlayamazsınız.
Bulunmaz - Anlat anlat heyecanlı olsun!
Akgül - Kendinizi göremediğiniz değil mi son dört sayıda? (Hakaret içeren yazılarınızdan bahsediyorum!)
Bulunmaz - Bir Truva Atı gibi davranan insanların, benim gibi bir sosyalist sanatçıyı engellemek için bayağı ter döktüklerini ölünceye dek unutmayacağım.
Akgül - Neden mi?
Bulunmaz - Neden?
Akgül - Biz devrim yaptık (silahsız, acısız, parasız) siz ise silahınızla (paranızla) darbe yaptınız.
Bulunmaz - Sevsinler seni!
Akgül - Kim devrimci, kim darbeci??
Bulunmaz - Ben devrimciyim, siz darbecisiniz!
Akgül - Son dört sayıya sahip olanlar Hilmi Bulunmaz’ın sesinin (hakaret ve küfür) dergi içinde bulunmadığını göreceklerdir.
Bulunmaz - Sizin gibi karşı devrimcilere dergi teslim etmenin kediye ciğer teslim etmek olduğunu kavrayamadığım için okurlarımdan özür dilerim.
Akgül - Sansürcüyüz o zaman??
Bulunmaz - Hah şunu bileydin!
Akgül - Hayır sansürcü de değiliz.
Bulunmaz - Ne olduğunuza artık karar verin kardeşim. Kararsızlık adamı rezil eder.
Akgül - Çünkü tüm yetkiyi Toprak Karaoğlu’na verdiğinizi deklere ettiniz.
Bulunmaz - Lenin'i sansür etme yetkisini asla vermedim. Çingenelerden özür dileyerek belirtiyorum; "Çingenye beylik vermişler, önce babasını astırmış!" Benim için, Lenin, dünyadaki birçok insandan çok daha önemli; benim için sosyalizm, dünyadaki tüm ideolojilerden çok daha önemli. Benim için bu denli önemli olan bir insan ve bir ideolojiyi sansürleyen adamları, hemen kapının önüne koyarım. Size de öyle yaptım. Çok mu incindiniz küçük burjuva ruhlu yazar adayları. Bana ve benim savunduğum toplumsal değerlere saldırarak, belki Kerem Karaoğlu'na şirin görünebilirsin, ancak halka hiçbir zaman şirin görünemezsin. Halkın yüreğindeki devrimci mahkeme, sizin gibileri, her zaman için düzeysizliğe ve kalleşliğe mahkum etmesini bilmiştir.
Akgül - Hattâ blog sitenizde yayınladığınız düzeydeki yazıların Toprak’ın yayınlanmayacağını bile bile kabul ettiniz.
Bulunmaz - Binmişsin bir alamete, gidiyorsun kıyamete. Kısır döngüsel bir söylemin ötesine geçebileceğini ne zaman görebileceğim? Çok merak ediyorum!
Akgül - Şimdi soruyorum: Sansürcü kim?
Bulunmaz - Şimdi yanıtlıyorum: Sansürcü sizsiniz" Yani "cesaret ve cehalet sahibi ikili".
Akgül - Darbeci kim?
Bulunmaz - Sizsiniz! Yani "cesaret ve cehalet sahibi ikili".
Akgül - Sayın Bulunmaz, sizle uzun süre söyleştik, sanat üzerine konuştuk…
Bulunmaz - Uzun süre söyleşmemize, sanat üzerine konuşmamıza karşın, size, insanlık namına hiçbir şey öğretemediğim için ne denli üzüldüğümü bilemezsiniz! Dangalaklara hiçbir şey öğretemediğimi görünce, kendimin de ne denli dangalak biri olduğumu öğrenmek beni müthiş rahatsız ediyor.
Akgül - Ama dergi çıkarttığımız günden bu yana sizi daha iyi tanımaya başladım.
Bulunmaz - Ben de!...
Akgül - Emeği önemsediğinizi sanırken, aslında umursamadığınızı, hattâ umursamamakla kalmayıp emek veren kişileri görmezden geldiğinizi gördüm.
Bulunmaz - Ben de sizin gibi genç ve dinamik yazar adaylarının yazar olabileceğini sanıp, yazar sıfatıyla onurlandırıp hem kitabını bastırdım ve hem de dergide sorumluluk verdim. Ancak birlikte "yolculuk" yapmaya başladığımızda, ne denli yazarlık ahlakından uzak olduğunuzu ve ne denli yalancı olduğunuzu kavradım.
Akgül - İnanınki sosyalist olmadığını söyleyen bir kişiye bunları söylemezdim. Ama siz bence kendi “sosyalizminizi” yaratmışsınız. Benimleysen dostumsun, benle değilsen düşmanımsın. Ben hiçbir zaman bir taraf olmadım. Taraflaşmayı marjinalleşmek uğruna giyilen bir kıyafet olarak görüyorum. Marjinalleşme, toplum içinde tanınma istediğidir. Bunu yapanlar insanları kullanıp, emeği çöpe atanlardır.08.09.09 günü Tiyatro Oyun dergisine el koydunuz. Devrim, size ağır geldi ve sermaye silahınızı kullanarak darbe yaptınız.Umarım bu “polemiğin” son yazısı olur. Yaptığınız suçlamanın en kısa zamanda açıklamasını yapmanızı ve herkesle paylaşmanızı umuyorum. Lütfen yazmış olduğum metinden cımbızla cümleler seçmeyiniz. Bütününü dikkate alınız.
Bulunmaz - Anlat anlat heyecanlı olsun!
Akgül - Not: Lütfen yazının bütününü dikkate alınız!!
Bulunmaz - Sen nasıl istersen öyle yaparım. Yeter ki sen iste! Sana jelibon da alayım mı?
Akgül - Bir konu hakkında suçlama yapacaksanız lütfen kelime oyunları kullanmayınız.
Bulunmaz - Bir de nasıl soluk alacağımın talimatını da verirsen sevinirim yazar müsvettesi.
Akgül - Açıkça yazınız…
Bulunmaz - Her zaman için açıkça yazdığım gibi, sizin yalancı olduğunuzu da açıkça yazmayı yeğledim.
Akgül - Eğer size yazılmış bu mektuba cevap vermeyecekseniz de gerekçesini kamuoyuyla paylaşınız.
Bulunmaz - Emredersin komutanım!
Akgül - Saygılarımla
Ozan Akgül
Bulunmaz - Kibarlığını sevsinler!
Önemli not: Bu yazı, henüz bitmedi. Taslak halindedir. Mısır gezimden sonra, bu taslağı taslak olmaktan çıkarıp, okunabilir bir yazı haline getireceğim. (HB)
***
Ayrıca bakınız: Sosyalist OYUN dergisini, LENİN’in sözlerinden arındırma faaliyetleri yürütmüş Ozan Akgül/Toprak Karaoğlu ikilisinin çuvala sığmayan yalan mızrakları!
16 Eylül 2009 Çarşamba
Evo Morales, emekçilere moral veriyor!
Evo Morales, ABD’yi Muhalefetin Seçim Kampanyasını Finanse Etmekle Suçladı.
Bolivya devlet başkanı Evo Morales, bu Salı günü yaptığı açıklamada ABD’ yi Aralık’ta yapılacak olan başkanlık seçimleri için Bolivya’daki muhalefet partilerinin seçim kampanyasını finanse etmekle suçladı.
Bolivya devlet başkanı iki gün sürecek olan gezisini gerçekleştirmekte olduğu İspanya’dan yaptığı açıklamada, ülkesinde bulunan ABD diplomatik heyetinin kendisi aleyhinde çalışma yürüttüğünün ve ABD’li bir kurum olan USAID’in (Uluslararası Gelişim Ajansı) muhalefetin kampanyası için mali destekte bulunduğunun bilgisine sahip olduğunu ifade etti.
Morales, Bolivya’daki yeni ABD büyükelçisinin bu faaliyetler içerisinde bulunmadığını ummuduğunu sözlerine ekledi.
Geçen Pazar günü İspanya’da yaşayan Bolivyalılarla biraraya gelen Morales, bu iddialarının kesinlikle kendisi seçim kampanyasının bir parçası olmadığını vurguladı. Bolivya devlet başkanı, buradaki sosyal hareketlerle teması esnasında kendisinin şu an seçim kampanyası içinde bulunmadığının altını çizdi ve ‘İspanya’da yaşayan ve yalnız Bolivyalı değil, Kolombiyalı, Ekvatorlu, Venezuelalı, Kübalı, neredeyse tüm Latin Amerika ülkelerinden binlerce vatandaşımızın burada bizlerle birlikte toplanmış olması beni çok şaşırttı. Eğer onlar bizi dinlemek istiyorlarsa biz buradayız, eğer burada bulunuşumuz bir seçim kampanyası olarak kavranıyorsa, ben bundan mutluluk duyarım’ dedi.
Evo Morales, bu Salı günü İspanya başbakanı José Luis Rodríguez Zapatero ile biraraya gelecek. İki ülke arasındaki çeşitli ilişkilerin görüşülmesinin dışında Portekiz’de gerçekleşecek olan İberamerika Zirvesi ve 2010 yılı ile aylarında yapılması planlanan Latin Amerika - Avrupa Birliği Zirve Toplantısı da görüşülecek konular arasında yer alıyor.
Ayrıca her iki ülke arasında Bolivya’nın İspanya’ya olan 80 milyon dolar dolayındaki borcunun ertelenmesine dair bir anlaşma imzalanmış bulunuyor. İmzalanan diğer anlaşmalar arasında ise Bolivya’da kurulacak olan ve göçmen Bolivyalılar’ın haklarını koruyacak devlete ait bir avukatlık kurumu oluşturulmasına ve İspanya’da yaşayan Bolivyalılar’ın İspanya’daki yerel seçimlerde oy kullanmasına izin veren anlaşmalar da bulunuyor.
Bunların dışında, İspanyol işadamlarıyla da bir toplantı yapan Morales, İspanyol petrol şirketi Repsol YPF’nin Bolivya’daki doğal kaynakların işlenmesi noktasındaki yatırım sürecine hız vereceğini bildirdi. Bolivya devlet başkanı, Repsol yönetim kurulu başkanının Bolivya Ulusal Kongresi’nde netleşen bazı normlardan sonra buradaki yatırımlarına hız verme kararı aldığını ifade etti. Morales, bu anlaşmalar dolayımında Bolivya’da atıl durumda olan ve ekonomi dışında kalan kimi işletmelerin de canlandırılacağını vurguladı.
Evo Morales’in, İspanya’ya yaptığı bu ilk resmi ziyareti Salı günü sona erecek.
Haber: CANAN ATEŞ
15.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Bolivya devlet başkanı Evo Morales, bu Salı günü yaptığı açıklamada ABD’ yi Aralık’ta yapılacak olan başkanlık seçimleri için Bolivya’daki muhalefet partilerinin seçim kampanyasını finanse etmekle suçladı.
Bolivya devlet başkanı iki gün sürecek olan gezisini gerçekleştirmekte olduğu İspanya’dan yaptığı açıklamada, ülkesinde bulunan ABD diplomatik heyetinin kendisi aleyhinde çalışma yürüttüğünün ve ABD’li bir kurum olan USAID’in (Uluslararası Gelişim Ajansı) muhalefetin kampanyası için mali destekte bulunduğunun bilgisine sahip olduğunu ifade etti.
Morales, Bolivya’daki yeni ABD büyükelçisinin bu faaliyetler içerisinde bulunmadığını ummuduğunu sözlerine ekledi.
Geçen Pazar günü İspanya’da yaşayan Bolivyalılarla biraraya gelen Morales, bu iddialarının kesinlikle kendisi seçim kampanyasının bir parçası olmadığını vurguladı. Bolivya devlet başkanı, buradaki sosyal hareketlerle teması esnasında kendisinin şu an seçim kampanyası içinde bulunmadığının altını çizdi ve ‘İspanya’da yaşayan ve yalnız Bolivyalı değil, Kolombiyalı, Ekvatorlu, Venezuelalı, Kübalı, neredeyse tüm Latin Amerika ülkelerinden binlerce vatandaşımızın burada bizlerle birlikte toplanmış olması beni çok şaşırttı. Eğer onlar bizi dinlemek istiyorlarsa biz buradayız, eğer burada bulunuşumuz bir seçim kampanyası olarak kavranıyorsa, ben bundan mutluluk duyarım’ dedi.
Evo Morales, bu Salı günü İspanya başbakanı José Luis Rodríguez Zapatero ile biraraya gelecek. İki ülke arasındaki çeşitli ilişkilerin görüşülmesinin dışında Portekiz’de gerçekleşecek olan İberamerika Zirvesi ve 2010 yılı ile aylarında yapılması planlanan Latin Amerika - Avrupa Birliği Zirve Toplantısı da görüşülecek konular arasında yer alıyor.
Ayrıca her iki ülke arasında Bolivya’nın İspanya’ya olan 80 milyon dolar dolayındaki borcunun ertelenmesine dair bir anlaşma imzalanmış bulunuyor. İmzalanan diğer anlaşmalar arasında ise Bolivya’da kurulacak olan ve göçmen Bolivyalılar’ın haklarını koruyacak devlete ait bir avukatlık kurumu oluşturulmasına ve İspanya’da yaşayan Bolivyalılar’ın İspanya’daki yerel seçimlerde oy kullanmasına izin veren anlaşmalar da bulunuyor.
Bunların dışında, İspanyol işadamlarıyla da bir toplantı yapan Morales, İspanyol petrol şirketi Repsol YPF’nin Bolivya’daki doğal kaynakların işlenmesi noktasındaki yatırım sürecine hız vereceğini bildirdi. Bolivya devlet başkanı, Repsol yönetim kurulu başkanının Bolivya Ulusal Kongresi’nde netleşen bazı normlardan sonra buradaki yatırımlarına hız verme kararı aldığını ifade etti. Morales, bu anlaşmalar dolayımında Bolivya’da atıl durumda olan ve ekonomi dışında kalan kimi işletmelerin de canlandırılacağını vurguladı.
Evo Morales’in, İspanya’ya yaptığı bu ilk resmi ziyareti Salı günü sona erecek.
Haber: CANAN ATEŞ
15.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
15 Eylül 2009 Salı
Sosyalist OYUN dergisini, LENİN’in sözlerinden arındırma faaliyetleri yürütmüş Ozan Akgül/Toprak Karaoğlu ikilisinin çuvala sığmayan yalan mızrakları!
Hilmi Bulunmaz
15 Eylül 2009
Tarafımızdan göreve atanan OYUN dergisi eski genel yayın yönetmeni Toprak Karaoğlu ile bu derginin eski editörü Ozan Akgül, "Tiyatro Oyun dergisinin 12 Eylül özel sayısına DARBE!" başlığı attıkları bir yazıyla "Kamuoyuna Duyuru"da bulundular. Akgül/Karaoğlu ikilisinin çarpıtmacı bir mantıkla kaleme aldıkları bu yazı, gerçeklerin üzerini örtmek için kurgulanmış.
İşi fazla uzatmadan, kestirmeden Akgül/Karaoğlu ikilisinin ayakları yere değmeyen iddialarını değerlendirelim.
***
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Hüseyin Hilmi Bulunmaz, 'sahibi' olduğu Tiyatro Oyun dergisinin 12 Eylül özel sayısının (9.sayı) dağıtımına izin vermemiştir/yasaklamıştır/engellemiştir."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Sosyalist bir insan olarak, OYUN dergisinin alameti farikası olan LENİN’i sansürleyenlere bu dergiyi teslim ettiğim için, okurlarımdan ve tiyatro kamuoyundan bağışlanmamı istemiyor, özür dilemiyorum. Malumunuz, özür dilemek, bir yerde ve bir biçimde, bağışlanmayı arzu etmek anlamını da içerir. Böyle bir hata yaptığım, yani sosyalist kimlikli bir dergiyi sosyalist olmayan kişilere emanet ettiğim, yani kediye ciğer taşıttırdığım için kendimi asla bağışlamıyorum ve hiçbir zaman bağışlamayacağım!
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Bulunmaz, Tiyatro Oyun dergisinin 9. sayısında Lenin fotoğrafının bulunmadığını, içinde Lenin fotoğrafı olmayan bir dergiyi yayınlamayacağını gerekçe olarak göstermiş ve bu sebepten dolayı dergimizin dağıtımını durdurmuştur. Oysaki 8. sayımızda da Lenin’in fotoğrafı olmamasına rağmen, Bulunmaz, içinde Lenin fotoğrafı olmayan o sayının yayınlanmasına 'izin' vermiştir."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
OYUN dergisinin 8. sayısını da, ne yazık ki, okumadım. Hattâ içerisini açıp, alıcı gözle şöyle bir bakmak bile gelmedi içimden. İçerik olarak anti-Leninist, anti-sosyalist bir çizgiye savrulmaya başlayan dergi, giderek ilgimi çekmemeye başlamıştı. Hem Avrupa gezim ve hem de belirttiğim gibi, alıcı gözle bakmadığım bir "şey" olmaya şimşek hızıyla savrulan derginin 8. sayısındaki “LENİN’siz” durumunu ayrımsayamadım. Ta ki, Akgül / Karaoğlu ikilisinin beni uyardığı 8 Eylül 2009 gününe dek. Sadece 9. sayının değil, 8. sayının da “LENİN’siz” olmasını ayrımsayamadığım için kimseden, ama hiç kimseden özür dilemiyorum, dilemeyeceğim. Çünkü, “özür dilemek”, yukarıda da bahsettiğim gibi, bir yerde kendini bağışlatma isteğinden kaynaklanır. Derginin “LENİN’siz” yayınlanmaya başlamasını ayrımsayamadığım için, tüm dünya beni bağışlasa bile, ben kendimi asla bağışlamam. Tabiri caizse, eşeklik ettiğimi belirtmeliyim.
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Bizim için bir başka ilginç nokta ise şudur: Tiyatro Oyun dergisinin 9. sayısının içeriği Bulunmaz’a e-posta olarak dergi çıkmadan bir hafta önce gönderilmiştir. Orada da bu yasaklanma gerekçesi olan Lenin fotoğrafı yer almamıştır."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Yineliyorum: 8. ve 9. sayılara bakmak gelmedi içimden. Bakmadım, bakamadım. Hattâ doğru dürüst göz bile gezdirmedim, gezdiremedim. Tabiri caizse, eşekliğimi bir kez daha yineliyorum. Kendimi bağışlamaya niyetim olmadığı için, asla özür dilemiyorum.
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Ve yukarıda da belirtildiği gibi 'sahibi' tarafından yayınlanmasında bir sakınca görülmeyen 'Oyun İçinde Oyun' başlığıyla çıkan 8. sayımızda da Lenin fotoğrafı yoktu."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
8. sayıya bakmayarak, tabiri caizse eşeklik ettim. (Akgül / Karaoğlu ikilisi, bozuk plak gibi aynı tema üzerinde durunca, ben de aynı tema üzerinde durmak zorunda kalıyorum!)
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Lenin fotoğrafı yerine Madımak Katliamının fotoğraflarını yayınlamayı tercih ettiğimizi söylememize rağmen Bulunmaz bu açıklamayı yeterli bulmamıştır."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Bana, ilk gerekçe olarak “yer yokluğu” dile getirildi. Ben de, “başka” yazı çıkarılıp, mutlaka Lenin’in konulması gerektiğini belirttim. Hiçbir yazıyı çıkaramayacaklarını söylediklerinde, onların yazılarını dilimi dolamayıp, benim yazdığım ve geçen sayıda da yayınlanan, yüz dizeyi aşkın “içimizdeki ateş Sivas” şiirimden sadece on üç dizelik bölüm yerine Lenin’in konulmasının daha doğru olabileceğini belirtim. Yerlerinin darlığıyla beni ikna edemeyeceklerini anlayınca, yenlerinin darlığını gündeme getirdiler: Kaçacak başka yer kalmayınca, “bizim tercihimiz Lenin’i koymamak” mealinde bir söz ettiler. Ben de, Lenin için, Lenin’in temsil ettiği değerler için dergi yayınladığımı belirttim. Lenin konusunu asla ve asla tartışma konusu yapmayacağımı net ve kesin bir dille anlattım.
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Fotoğraflardan putlar yaratmak yerine, putlaşmış inançlarla hareket edenleri sorgulamak bizler için her zaman daha önemli olacaktır."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
O fotoğraf, herhangi birinin fotoğrafı değil. O fotoğraf, Marksizm’in hayatiyet bulması için hayatını mücadeleye yatıran Lenin’in fotoğrafı. O fotoğraftan putlar yaratılmaz; o fotoğrafla putlar kırılır. Hiçbir kıymeti harbiye içermeyen, hamasetten bir milim öteye gidemeyen, slogan tadında sözler eden Akgül / Karaoğlu ikilisi, belki bu slogansı soluklarıyla günlük hayatlarını kotarılabilirler. Ancak, asla bir dergi yayınlayamazlar. Bunlara böyle bir olanak tanıdığım için kendimi hatalı buluyorum.
Akgül/Karaoğlu ikilisin diyor ki:
"Bulunmaz'a, 'bizim emeklerimizi böyle harcayamazsınız, buna hakkınız olamaz; haftalardır Tiyatro Oyun dergisinin hazırlanması için emek sarf ediyoruz,' dedik. Bulunmaz: 'benim için emek değil Lenin önemlidir,' sözüyle, harcamış olduğumuz emeğe ve zamana saygı göstermeyip –dergimizin matbaa masraflarını karşılayan– parasal gücüyle yayınımızı durdurmayı/yasaklamayı kendinde bir hak bilmiştir. Günümüz şartlarında sermaye sahiplerinin bu tutumu sergilemesi çok doğaldır. Sosyalist olduğunu iddia eden Hüseyin Hilmi Bulunmaz; sosyalizmin karşıtlığı olan sermaye bilinciyle/içgüdüsüyle de hareket edebilir. Sermayeyi emek değerinin üstünde gören bir 'sosyalistin' bunları yapmaya hakkı olabilir. Fakat, Hüseyin Hilmi Bulunmaz derginin yayın politikasına karışmayacağını ve bu anlamda dergideki tüm yetkinin genel yayın yönetmeni Toprak Karaoğlu’nun inisiyatifinde olduğunu video kayıtlarında kamuoyuna deklere etmiştir. Bulunmaz, vermiş olduğu bu söze rağmen tutumunu değiştirmiştir. Parasal üstünlüğünü kullanarak derginin yayın politikasına müdahale etmiş ve Lenin fotoğrafını emeğe tercih ederek, derginin dağıtımına izin vermemiş/yasaklamış/engellemiştir."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
İkili, "bizim emeklerimizi böyle harcayamazsınız, buna hakkınız olamaz; haftalardır Tiyatro Oyun dergisinin hazırlanması için emek sarf ediyoruz," sözlerini tam üç kez yinelediler ve ben de, tam üç kez “Ne yapabilirim?” diye sordum. Onlar, gündeme getirdikleri ve bir sayıklamadan ibaret olan bir sorun için "Ne yapabilirim?" diye bir soru sorduğumda, bu sorun ve bu soruna bağlı olarak sorulmuş olan soruyan bir yanıt üreteceklerine, emeğin iktidarını sağlayan önderimiz Lenin’i sansürlemeyi perdelemek için sürekli olarak topu taca attılar. Yani yanıt vermediler, veremediler.
Oysa, sosyalistlerin bildikleri önemli olgulardan biri de şudur; sosyalist bilinç edinmemiş emek, kapitalizmi yeniden inşa eder. Sen yada siz, Lenin’i, yani emeğin iktidarı için ömrünü mücadeleye yatırmış kişiyi sansürleyeceksiniz; ben de sizin paşa gönlünüz ve on beş günlük emeğiniz hatırına Lenin’i sansürlemenize izin vereceğim, Yok öyle yağma! Bana vicdanım hesap sormazsa, okurlarım hesap sorar. Bugün sormazlarsa yarın sorarlar. Okurlarım, bugün yada yarın hesap sormazlarsa, en büyük yargıç olan tarih hesap sorar. Evet, yineliyorum; “Benim için Lenin’siz, yani emeğin iktidarını sağlayan adamsız emeğin hiçbir değeri yok!” Lenin’i kendisine örnek/önder almış biri, yani ben, yani Hilmi Bulunmaz, “sosyalizmin karşıtlığı olan” biri olarak lanse edilmek isteniyor. Tam bir demagoji, tam bir mugalata. Burada aklıma Coşkun Büktel’in bir sözü geliyor: “Koynumda solucan beslemişim!” Bu ikili, o denli küçük bir dünyada yaşıyorlar ki, bunları bir benzetmeyle ele alırken, dilimize yerleşmiş olan “koynumda yılan beslemişim” sözünü bile, Büktel’den ödünç alarak kullanmak zorunda kalıyorum. Hilmi Bulunmaz, sadece sanat için yaşayan biri değildir. Bulunmaz için, politika (da) çok önemli bir etkinlik alanıdır. Bulunmaz, “Tiyatro, sadece tiyatro değildir!” diyen biridir. Bulunmaz, Lenin’i, asla ve asla burjuva ve/ya küçük-burjuva ruhlu “yazar” esnafına teslim etmedi, etmiyor, etmeyecek. Lenin’siz sosyalistlik yapmak, yumurtasız omlet yapmaya benzer! Ben, asla ve asla, Lenin’i sansürleyenlere güvenmedim, güvenmiyorum, güvenmeyeceğim. Ben, asla ve asla, Lenin’e düşmanca duygularla yaklaşan sinsilere ödün vermedim, vermiyorum, vermeyeceğim. Lenin’e yapılan en küçük bir saldırı, sosyalizme yapılmıştır. Sanatsal savaşımımı bu ideolojiye yaslamanın güvencesiyle konuşuyorum. Sanatsal etkinliklerimi sosyalist ideolojiye yaslarken, Lenin’in, Cemal Bulunmaz tarafından çevrilen şu sözlerini ne denli önemsediğimi, beni tanıyan herkes bilir:
"Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır. Bizim devrimimiz, sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı."
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Hüseyin Hilmi Bulunmaz’ın bu keyfi tutumunun, Lenin fotoğrafı yok mazeretinin manidar olduğunu düşündüğümüz için, Tiyatro Oyun dergisinin içeriğini kamuoyuyla paylaşmayı bir borç biliriz.İçerik:· 12 Eylül Faşizmi ve Kenan Evren.· Maskeleriyle yaşayan ve gerçek yüzlerini saklayan ikiyüzlü insanlar.· Ölümsüzlük adına, tanınmak adına her yolu mübah sayan insanlar.· Fethullah Gülen yapılanması hakkında mizahi olarak kaleme alınmış bir yazı."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Bu ikili, cin olmadan adam çarpmaya kalkıyorlar. Bu acemi ikiliden çok daha ustalarla yıllarca mücadele ettim, ediyorum, edeceğim. Emeğin en yüce değer olduğunu dayatan Lenin’in gölgesinden bile korkan bu ikili, tiyatro alanında daha yeni emeklemeye başladıkları bir süreçte, yalana başvuruyorlar. "İÇİNDEKİLER" sözcüğünün suyu çıkmış gibi, "İçerik" sözcüğü sarılıyorlar. Evet, yeri gelmişken, kanatsız kuşa döndürülen OYUN dergisinin, "12 Eylül Özel Sayısı" ibaresinden yoksun ve LENİN’siz sayısının "İÇİNDEKİLER"i de belirtelim:
Sunuş / Toprak Karaoğlu
İnceleme / Gergedanlar - Eugene Ionesco / Toprak Karaoğlu
Arka Bahçedeki Gizler / Ozan Akgül
Kısa Oyun / Yolculuk / H. Alp Tahmaz
Bitmeyen Tiyatro 4 / D. Osman Sertkaya
Tutunamayan(lar) / Ozan Akgül
Oyun Tanıtım / İstanbul Efendisi / Kâzım Şimşek
Toprak Mayıs Gülleri Kokuyordu / Leman Koç
Deneysel Tiyatro 3 / Toprak Karaoğlu
Muson Yağmurları / Ozan Akgül
İnceleme / Açık Kapı - Peter Brook / Noğman Selbi
Yukarıya aktardığımız "İÇİNDEKİLER"de, bu ikilinin iddia ettiği gibi "12 Eylül Faşizmi ve Kenan Evren" diye bir yazı başlığı var mı?
Hayır, yok!
Peki, Hilmi Bulunmaz’ın bin bir emekle kaleme aldığı ve bu ikili tarafından sansürlenerek yayınlanmayan yazının adı ne? Sıkı durun: "12 Eylül Faşizmi ve tiyatro"
Bu yazım şu sözlerle başlıyor:
"İnsan, toplumu dönüştürmek için çeşitli etkinliklerde bulunur. Bu etkinliklerden biri de sanattır. Tiyatro, bir sanat dalı olması nedeniyle, toplumu dönüştürme gücüne sahiptir.
Tiyatro, bir sanat dalı olduğu için, tüm diğer üst-yapı kurumları gibi, ekonomik yapıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bir ülkede kapitalistler iktidardaysa, o ülkenin egemen sanatına bağımlı olarak, tiyatro da kapitalizme hizmet eder, kapitalizme hizmet etmek zorundadır. Kapitalizme hizmet etmemek için, ilk önce, sosyalist bilince sahip olmak gerekir. Sadece sosyalist bilince sahip olmak yeterli değildir. Kapitalizme hizmet etmemek için, aynı zamanda müthiş bir anti-kapitalist mücadele azmi taşımak gerekir. Yani işi, mücadeleyi, düşünce boyutunda bırakmayıp, duygusal boyuta da taşımak gerekir. Hattâ biraz daha ileri gidelim; beş duyumuzu, gün yirmi dört saat, sosyalizm için ayakta tutmamız gerekir. Sosyalist bilinç ve buna bağlı olarak anti-kapitalist mücadele azmi taşıyan kişi, kuruluş ve kurumlar, estetik bilince de sahip olmalılar. Estetik bilince sahip olabilmek içinse, sosyalist bilinç ve anti-kapitalist azmin yanı sıra, devrimci duyguya dönüşen refleksler, kristalize edilmiş bir damıtılmışlık, toplumsal duyarlılık gerekir. Tüm bu gereklilikleri hayatın içine yedirebilenler, belki sanatçı olabilirler. Dikkatinizi çekerim; belki! Estetik bilinçten yoksun olanlar, ne denli iyi niyet taşısalar da, sanatsal anlamda kapitalizme karşı çıkamazlar. İyi niyet, politik anlamda savaşıma katılmaya yetebilir; ancak, sanatsal anlamda iyi niyetli olmak, henüz işin başında olmak anlamına gelir."
"12 Eylül Özel Sayısı" çıkarmak isteyen tiyatro dergisi yöneticilerinin başvurmak zorunda kaldıkları insanların başında gelen Hilmi Bulunmaz’ın, yani benim kaleme aldığım "12 Eylül Faşizmi ve tiyatro" yazım şu sözlerle noktalanıyor:
"Özetle, bir tiyatrocu, genelde faşizme, özelde 12 Mart ve/ya 12 Eylül Faşizmi’ne karşı çıkabilmek için, öncelikle Kültür Bakanlığı çanağına karşı çıkmalı. Bir gözü Kültür Bakanlığı çanağında, diğer gözü halkın verdiği sosyalizm mücadelesinde olanlar, kör olmasalar da şaşı olurlar. Dikkat küçük burjuva var! Dikkat köpek var!"
Peki, ben, Kültür Bakanlığı çanağı söylemini geliştirirken, tiyatral kuramımı kime ve hangi dünya görüşüne yaslıyorum?
Lenin ve sosyalizme!
Lenin ne diyor?
Yinelemekte yarar var:
"Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır. Bizim devrimimiz, sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı."
Diyor!
Bu sözleri ve bu sözlerin bulunduğu Lenin fotoğrafını kimler sansürlüyor?
Yayınladıkları dergide "12 Eylül Özel Sayısı" ibaresi bulunmamasına karşın, varmış gibi gösterip yalan söyleyen Akgül/Karaoğlu ikilisi sansürlüyor!
Niçin?
"Leman Panya Koç ile garip bir 'tartışma'!" yazımdan bir paragraf ödünç almakta yarar var:
"Lenin'in yukarıdaki sözlerinden rahatsız olduklarını belli eden bu ikili, demek ki 'Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda,' yaşamaktan hoşnutlar; demek ki, 'sanatçı pazara göre yapıt üretir,' mantığını içselleştirmişler; demek ki bunların 'müşterilere ihtiyacı vardır.'; demek ki 'Bizim devrimimiz,' onlara bir anlam ifade etmiyor; demek ki 'sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı.'ğı için Lenin'den asla haz etmiyorlar!"
15 Eylül 2009
Tarafımızdan göreve atanan OYUN dergisi eski genel yayın yönetmeni Toprak Karaoğlu ile bu derginin eski editörü Ozan Akgül, "Tiyatro Oyun dergisinin 12 Eylül özel sayısına DARBE!" başlığı attıkları bir yazıyla "Kamuoyuna Duyuru"da bulundular. Akgül/Karaoğlu ikilisinin çarpıtmacı bir mantıkla kaleme aldıkları bu yazı, gerçeklerin üzerini örtmek için kurgulanmış.
İşi fazla uzatmadan, kestirmeden Akgül/Karaoğlu ikilisinin ayakları yere değmeyen iddialarını değerlendirelim.
***
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Hüseyin Hilmi Bulunmaz, 'sahibi' olduğu Tiyatro Oyun dergisinin 12 Eylül özel sayısının (9.sayı) dağıtımına izin vermemiştir/yasaklamıştır/engellemiştir."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Sosyalist bir insan olarak, OYUN dergisinin alameti farikası olan LENİN’i sansürleyenlere bu dergiyi teslim ettiğim için, okurlarımdan ve tiyatro kamuoyundan bağışlanmamı istemiyor, özür dilemiyorum. Malumunuz, özür dilemek, bir yerde ve bir biçimde, bağışlanmayı arzu etmek anlamını da içerir. Böyle bir hata yaptığım, yani sosyalist kimlikli bir dergiyi sosyalist olmayan kişilere emanet ettiğim, yani kediye ciğer taşıttırdığım için kendimi asla bağışlamıyorum ve hiçbir zaman bağışlamayacağım!
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Bulunmaz, Tiyatro Oyun dergisinin 9. sayısında Lenin fotoğrafının bulunmadığını, içinde Lenin fotoğrafı olmayan bir dergiyi yayınlamayacağını gerekçe olarak göstermiş ve bu sebepten dolayı dergimizin dağıtımını durdurmuştur. Oysaki 8. sayımızda da Lenin’in fotoğrafı olmamasına rağmen, Bulunmaz, içinde Lenin fotoğrafı olmayan o sayının yayınlanmasına 'izin' vermiştir."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
OYUN dergisinin 8. sayısını da, ne yazık ki, okumadım. Hattâ içerisini açıp, alıcı gözle şöyle bir bakmak bile gelmedi içimden. İçerik olarak anti-Leninist, anti-sosyalist bir çizgiye savrulmaya başlayan dergi, giderek ilgimi çekmemeye başlamıştı. Hem Avrupa gezim ve hem de belirttiğim gibi, alıcı gözle bakmadığım bir "şey" olmaya şimşek hızıyla savrulan derginin 8. sayısındaki “LENİN’siz” durumunu ayrımsayamadım. Ta ki, Akgül / Karaoğlu ikilisinin beni uyardığı 8 Eylül 2009 gününe dek. Sadece 9. sayının değil, 8. sayının da “LENİN’siz” olmasını ayrımsayamadığım için kimseden, ama hiç kimseden özür dilemiyorum, dilemeyeceğim. Çünkü, “özür dilemek”, yukarıda da bahsettiğim gibi, bir yerde kendini bağışlatma isteğinden kaynaklanır. Derginin “LENİN’siz” yayınlanmaya başlamasını ayrımsayamadığım için, tüm dünya beni bağışlasa bile, ben kendimi asla bağışlamam. Tabiri caizse, eşeklik ettiğimi belirtmeliyim.
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Bizim için bir başka ilginç nokta ise şudur: Tiyatro Oyun dergisinin 9. sayısının içeriği Bulunmaz’a e-posta olarak dergi çıkmadan bir hafta önce gönderilmiştir. Orada da bu yasaklanma gerekçesi olan Lenin fotoğrafı yer almamıştır."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Yineliyorum: 8. ve 9. sayılara bakmak gelmedi içimden. Bakmadım, bakamadım. Hattâ doğru dürüst göz bile gezdirmedim, gezdiremedim. Tabiri caizse, eşekliğimi bir kez daha yineliyorum. Kendimi bağışlamaya niyetim olmadığı için, asla özür dilemiyorum.
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Ve yukarıda da belirtildiği gibi 'sahibi' tarafından yayınlanmasında bir sakınca görülmeyen 'Oyun İçinde Oyun' başlığıyla çıkan 8. sayımızda da Lenin fotoğrafı yoktu."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
8. sayıya bakmayarak, tabiri caizse eşeklik ettim. (Akgül / Karaoğlu ikilisi, bozuk plak gibi aynı tema üzerinde durunca, ben de aynı tema üzerinde durmak zorunda kalıyorum!)
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Lenin fotoğrafı yerine Madımak Katliamının fotoğraflarını yayınlamayı tercih ettiğimizi söylememize rağmen Bulunmaz bu açıklamayı yeterli bulmamıştır."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Bana, ilk gerekçe olarak “yer yokluğu” dile getirildi. Ben de, “başka” yazı çıkarılıp, mutlaka Lenin’in konulması gerektiğini belirttim. Hiçbir yazıyı çıkaramayacaklarını söylediklerinde, onların yazılarını dilimi dolamayıp, benim yazdığım ve geçen sayıda da yayınlanan, yüz dizeyi aşkın “içimizdeki ateş Sivas” şiirimden sadece on üç dizelik bölüm yerine Lenin’in konulmasının daha doğru olabileceğini belirtim. Yerlerinin darlığıyla beni ikna edemeyeceklerini anlayınca, yenlerinin darlığını gündeme getirdiler: Kaçacak başka yer kalmayınca, “bizim tercihimiz Lenin’i koymamak” mealinde bir söz ettiler. Ben de, Lenin için, Lenin’in temsil ettiği değerler için dergi yayınladığımı belirttim. Lenin konusunu asla ve asla tartışma konusu yapmayacağımı net ve kesin bir dille anlattım.
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Fotoğraflardan putlar yaratmak yerine, putlaşmış inançlarla hareket edenleri sorgulamak bizler için her zaman daha önemli olacaktır."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
O fotoğraf, herhangi birinin fotoğrafı değil. O fotoğraf, Marksizm’in hayatiyet bulması için hayatını mücadeleye yatıran Lenin’in fotoğrafı. O fotoğraftan putlar yaratılmaz; o fotoğrafla putlar kırılır. Hiçbir kıymeti harbiye içermeyen, hamasetten bir milim öteye gidemeyen, slogan tadında sözler eden Akgül / Karaoğlu ikilisi, belki bu slogansı soluklarıyla günlük hayatlarını kotarılabilirler. Ancak, asla bir dergi yayınlayamazlar. Bunlara böyle bir olanak tanıdığım için kendimi hatalı buluyorum.
Akgül/Karaoğlu ikilisin diyor ki:
"Bulunmaz'a, 'bizim emeklerimizi böyle harcayamazsınız, buna hakkınız olamaz; haftalardır Tiyatro Oyun dergisinin hazırlanması için emek sarf ediyoruz,' dedik. Bulunmaz: 'benim için emek değil Lenin önemlidir,' sözüyle, harcamış olduğumuz emeğe ve zamana saygı göstermeyip –dergimizin matbaa masraflarını karşılayan– parasal gücüyle yayınımızı durdurmayı/yasaklamayı kendinde bir hak bilmiştir. Günümüz şartlarında sermaye sahiplerinin bu tutumu sergilemesi çok doğaldır. Sosyalist olduğunu iddia eden Hüseyin Hilmi Bulunmaz; sosyalizmin karşıtlığı olan sermaye bilinciyle/içgüdüsüyle de hareket edebilir. Sermayeyi emek değerinin üstünde gören bir 'sosyalistin' bunları yapmaya hakkı olabilir. Fakat, Hüseyin Hilmi Bulunmaz derginin yayın politikasına karışmayacağını ve bu anlamda dergideki tüm yetkinin genel yayın yönetmeni Toprak Karaoğlu’nun inisiyatifinde olduğunu video kayıtlarında kamuoyuna deklere etmiştir. Bulunmaz, vermiş olduğu bu söze rağmen tutumunu değiştirmiştir. Parasal üstünlüğünü kullanarak derginin yayın politikasına müdahale etmiş ve Lenin fotoğrafını emeğe tercih ederek, derginin dağıtımına izin vermemiş/yasaklamış/engellemiştir."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
İkili, "bizim emeklerimizi böyle harcayamazsınız, buna hakkınız olamaz; haftalardır Tiyatro Oyun dergisinin hazırlanması için emek sarf ediyoruz," sözlerini tam üç kez yinelediler ve ben de, tam üç kez “Ne yapabilirim?” diye sordum. Onlar, gündeme getirdikleri ve bir sayıklamadan ibaret olan bir sorun için "Ne yapabilirim?" diye bir soru sorduğumda, bu sorun ve bu soruna bağlı olarak sorulmuş olan soruyan bir yanıt üreteceklerine, emeğin iktidarını sağlayan önderimiz Lenin’i sansürlemeyi perdelemek için sürekli olarak topu taca attılar. Yani yanıt vermediler, veremediler.
Oysa, sosyalistlerin bildikleri önemli olgulardan biri de şudur; sosyalist bilinç edinmemiş emek, kapitalizmi yeniden inşa eder. Sen yada siz, Lenin’i, yani emeğin iktidarı için ömrünü mücadeleye yatırmış kişiyi sansürleyeceksiniz; ben de sizin paşa gönlünüz ve on beş günlük emeğiniz hatırına Lenin’i sansürlemenize izin vereceğim, Yok öyle yağma! Bana vicdanım hesap sormazsa, okurlarım hesap sorar. Bugün sormazlarsa yarın sorarlar. Okurlarım, bugün yada yarın hesap sormazlarsa, en büyük yargıç olan tarih hesap sorar. Evet, yineliyorum; “Benim için Lenin’siz, yani emeğin iktidarını sağlayan adamsız emeğin hiçbir değeri yok!” Lenin’i kendisine örnek/önder almış biri, yani ben, yani Hilmi Bulunmaz, “sosyalizmin karşıtlığı olan” biri olarak lanse edilmek isteniyor. Tam bir demagoji, tam bir mugalata. Burada aklıma Coşkun Büktel’in bir sözü geliyor: “Koynumda solucan beslemişim!” Bu ikili, o denli küçük bir dünyada yaşıyorlar ki, bunları bir benzetmeyle ele alırken, dilimize yerleşmiş olan “koynumda yılan beslemişim” sözünü bile, Büktel’den ödünç alarak kullanmak zorunda kalıyorum. Hilmi Bulunmaz, sadece sanat için yaşayan biri değildir. Bulunmaz için, politika (da) çok önemli bir etkinlik alanıdır. Bulunmaz, “Tiyatro, sadece tiyatro değildir!” diyen biridir. Bulunmaz, Lenin’i, asla ve asla burjuva ve/ya küçük-burjuva ruhlu “yazar” esnafına teslim etmedi, etmiyor, etmeyecek. Lenin’siz sosyalistlik yapmak, yumurtasız omlet yapmaya benzer! Ben, asla ve asla, Lenin’i sansürleyenlere güvenmedim, güvenmiyorum, güvenmeyeceğim. Ben, asla ve asla, Lenin’e düşmanca duygularla yaklaşan sinsilere ödün vermedim, vermiyorum, vermeyeceğim. Lenin’e yapılan en küçük bir saldırı, sosyalizme yapılmıştır. Sanatsal savaşımımı bu ideolojiye yaslamanın güvencesiyle konuşuyorum. Sanatsal etkinliklerimi sosyalist ideolojiye yaslarken, Lenin’in, Cemal Bulunmaz tarafından çevrilen şu sözlerini ne denli önemsediğimi, beni tanıyan herkes bilir:
"Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır. Bizim devrimimiz, sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı."
Akgül/Karaoğlu ikilisi diyor ki:
"Hüseyin Hilmi Bulunmaz’ın bu keyfi tutumunun, Lenin fotoğrafı yok mazeretinin manidar olduğunu düşündüğümüz için, Tiyatro Oyun dergisinin içeriğini kamuoyuyla paylaşmayı bir borç biliriz.İçerik:· 12 Eylül Faşizmi ve Kenan Evren.· Maskeleriyle yaşayan ve gerçek yüzlerini saklayan ikiyüzlü insanlar.· Ölümsüzlük adına, tanınmak adına her yolu mübah sayan insanlar.· Fethullah Gülen yapılanması hakkında mizahi olarak kaleme alınmış bir yazı."
Akgül/Karaoğlu ikilisini değerlendirelim:
Bu ikili, cin olmadan adam çarpmaya kalkıyorlar. Bu acemi ikiliden çok daha ustalarla yıllarca mücadele ettim, ediyorum, edeceğim. Emeğin en yüce değer olduğunu dayatan Lenin’in gölgesinden bile korkan bu ikili, tiyatro alanında daha yeni emeklemeye başladıkları bir süreçte, yalana başvuruyorlar. "İÇİNDEKİLER" sözcüğünün suyu çıkmış gibi, "İçerik" sözcüğü sarılıyorlar. Evet, yeri gelmişken, kanatsız kuşa döndürülen OYUN dergisinin, "12 Eylül Özel Sayısı" ibaresinden yoksun ve LENİN’siz sayısının "İÇİNDEKİLER"i de belirtelim:
Sunuş / Toprak Karaoğlu
İnceleme / Gergedanlar - Eugene Ionesco / Toprak Karaoğlu
Arka Bahçedeki Gizler / Ozan Akgül
Kısa Oyun / Yolculuk / H. Alp Tahmaz
Bitmeyen Tiyatro 4 / D. Osman Sertkaya
Tutunamayan(lar) / Ozan Akgül
Oyun Tanıtım / İstanbul Efendisi / Kâzım Şimşek
Toprak Mayıs Gülleri Kokuyordu / Leman Koç
Deneysel Tiyatro 3 / Toprak Karaoğlu
Muson Yağmurları / Ozan Akgül
İnceleme / Açık Kapı - Peter Brook / Noğman Selbi
Yukarıya aktardığımız "İÇİNDEKİLER"de, bu ikilinin iddia ettiği gibi "12 Eylül Faşizmi ve Kenan Evren" diye bir yazı başlığı var mı?
Hayır, yok!
Peki, Hilmi Bulunmaz’ın bin bir emekle kaleme aldığı ve bu ikili tarafından sansürlenerek yayınlanmayan yazının adı ne? Sıkı durun: "12 Eylül Faşizmi ve tiyatro"
Bu yazım şu sözlerle başlıyor:
"İnsan, toplumu dönüştürmek için çeşitli etkinliklerde bulunur. Bu etkinliklerden biri de sanattır. Tiyatro, bir sanat dalı olması nedeniyle, toplumu dönüştürme gücüne sahiptir.
Tiyatro, bir sanat dalı olduğu için, tüm diğer üst-yapı kurumları gibi, ekonomik yapıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bir ülkede kapitalistler iktidardaysa, o ülkenin egemen sanatına bağımlı olarak, tiyatro da kapitalizme hizmet eder, kapitalizme hizmet etmek zorundadır. Kapitalizme hizmet etmemek için, ilk önce, sosyalist bilince sahip olmak gerekir. Sadece sosyalist bilince sahip olmak yeterli değildir. Kapitalizme hizmet etmemek için, aynı zamanda müthiş bir anti-kapitalist mücadele azmi taşımak gerekir. Yani işi, mücadeleyi, düşünce boyutunda bırakmayıp, duygusal boyuta da taşımak gerekir. Hattâ biraz daha ileri gidelim; beş duyumuzu, gün yirmi dört saat, sosyalizm için ayakta tutmamız gerekir. Sosyalist bilinç ve buna bağlı olarak anti-kapitalist mücadele azmi taşıyan kişi, kuruluş ve kurumlar, estetik bilince de sahip olmalılar. Estetik bilince sahip olabilmek içinse, sosyalist bilinç ve anti-kapitalist azmin yanı sıra, devrimci duyguya dönüşen refleksler, kristalize edilmiş bir damıtılmışlık, toplumsal duyarlılık gerekir. Tüm bu gereklilikleri hayatın içine yedirebilenler, belki sanatçı olabilirler. Dikkatinizi çekerim; belki! Estetik bilinçten yoksun olanlar, ne denli iyi niyet taşısalar da, sanatsal anlamda kapitalizme karşı çıkamazlar. İyi niyet, politik anlamda savaşıma katılmaya yetebilir; ancak, sanatsal anlamda iyi niyetli olmak, henüz işin başında olmak anlamına gelir."
"12 Eylül Özel Sayısı" çıkarmak isteyen tiyatro dergisi yöneticilerinin başvurmak zorunda kaldıkları insanların başında gelen Hilmi Bulunmaz’ın, yani benim kaleme aldığım "12 Eylül Faşizmi ve tiyatro" yazım şu sözlerle noktalanıyor:
"Özetle, bir tiyatrocu, genelde faşizme, özelde 12 Mart ve/ya 12 Eylül Faşizmi’ne karşı çıkabilmek için, öncelikle Kültür Bakanlığı çanağına karşı çıkmalı. Bir gözü Kültür Bakanlığı çanağında, diğer gözü halkın verdiği sosyalizm mücadelesinde olanlar, kör olmasalar da şaşı olurlar. Dikkat küçük burjuva var! Dikkat köpek var!"
Peki, ben, Kültür Bakanlığı çanağı söylemini geliştirirken, tiyatral kuramımı kime ve hangi dünya görüşüne yaslıyorum?
Lenin ve sosyalizme!
Lenin ne diyor?
Yinelemekte yarar var:
"Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır. Bizim devrimimiz, sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı."
Diyor!
Bu sözleri ve bu sözlerin bulunduğu Lenin fotoğrafını kimler sansürlüyor?
Yayınladıkları dergide "12 Eylül Özel Sayısı" ibaresi bulunmamasına karşın, varmış gibi gösterip yalan söyleyen Akgül/Karaoğlu ikilisi sansürlüyor!
Niçin?
"Leman Panya Koç ile garip bir 'tartışma'!" yazımdan bir paragraf ödünç almakta yarar var:
"Lenin'in yukarıdaki sözlerinden rahatsız olduklarını belli eden bu ikili, demek ki 'Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda,' yaşamaktan hoşnutlar; demek ki, 'sanatçı pazara göre yapıt üretir,' mantığını içselleştirmişler; demek ki bunların 'müşterilere ihtiyacı vardır.'; demek ki 'Bizim devrimimiz,' onlara bir anlam ifade etmiyor; demek ki 'sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı.'ğı için Lenin'den asla haz etmiyorlar!"
14 Eylül 2009 Pazartesi
Mektuplarımızı emekçilere gönderen pul!
Allende’nin anısına...
SALVADOR ALLENDE GOSSENS
Biyografi
26 Haziran 1908’de Valparaiso’da doğdu. Babası avukat, noter ve Radikal Parti üyesi Salvador Allende Castro ve annesi Dona Laura Gossens Uribe idi.
Eğitimini son derece başarılı bir şekilde tamamladığı Valparaiso’daki Eduardo de la Barra Lisesi’ne gitti. Farklı spor dallarında aktivite gösterdi. Burada yaşlı İtalyan anarşist Juan Demarchi ile tanıştı. İlk politik formasyonu, onun verdiği marksist yazılar ile oluştu.
1925’yılında Coraceros de Vina Denizcilik Alayı’nda gönüllü askerlik yaptı. Aynı yıl Lanceros de Tacna Alayı’na geçerek burada yedek subay olarak görevini tamamladı.
1926’da Santiago’daki Şili Üniversitesi’ne tıp eğitimi almak üzere kayıt oldu.
1927’de Tıp Öğrencileri Derneği başkanı oldu ve arkadaşlarını, düzenli olarak Marksizm üzerine tartışmak ve okumak üzere organize etti. Üniversiteden arkadaşları ile birlikte İlerici Grup’u kurdu.
1930’da Şili Öğrenci Federasyonu başkan yardımcılığına seçildi ve dönemin diktatörü Carlos Ibañez’e karşı verilen mücadeleye aktif bir şekilde katıldı.
Kısa bir süre sonra Üniversite Konseyi’ne öğrencilerin temsilcisi olarak katıldı. Kısa bir süreliğine okuldan uzaklaştırılmasına rağmen notlarının iyi olması nedeniyle mezuniyetine birkaç ay kala okula geri döndü. Temmuz ayında diktatör Ibañez devrildi.
1932 yılında okulu bitirmesinin ardından hasta babasının yanına Valparaiso’ya gitti. Bir yandan staj yaparken diğer yandan da ‘Zihinsel Hijyen ve Suç’üzerine anılarını yazdı.
Haziran ayında Şili’de Marmaduke Grove liderliğinde Sosyalist Cumhuriyet ilan edildi. Kısa süreli bu sosyalist deneyimin ardından, iktidara gelen yeni hükümet ilerici unsurlara karşı bir takibat başlattı. Allende hapse gönderildi. Hapisteyken babası öldü. Genç doktor babasının mezarı başında hayatını Şili’nin özgürleşmesine adamaya yemin etti.
1933 yılında Doktor ünvanıni aldı, pekçok girişimden sonra anotomist-patolog olarak çalışmaya başladı.
19 Nisan’da Eugenio Matte Hurtado, Marmaduke Grove, Eugenio Gonzalez, Oscar Schnake ve diğer yoldaşları ile birlikte Şili Sosyalist Partisi’nin doğuşunda yer aldı.
Jose Vizcarra ile birlikte Ulusal Sağlık Sisteminin Yapısı kitabını kaleme aldı.
1935 yılından itibaren Şili Tıp Birliği’nde yönetici seçilerek kendi meslek örgütünde faaliyete başladı.
Valparaiso’da Şili Tıp Bülteni’ni kurdu.
Temmuz ayında yakalanarak Aralık ayına kadar sürgünde kalacağı Caldera Limanı’na gönderildi.
Mart 1936’da Ulusal Cephe’nin kuruluş faaliyetlerine katıldı ve Valparaiso’da bölge yöneticiliği yaptı.
Sosyalist Parti’deki yoldaşları onu Genel Sekreter Yardımcısı olarak seçtiler.
Ulusal Cephe, 1938 yılında Pedro Aguirre Cerda’nın adaylığını ilan etti. Allende, Valparaiso’da güçlü bir kampanya yürüttü.
25 Ocak 1939’da, Şili depreminin olduğu gece Santiago’da sonradan eşi olacak tarih öğretmeni Hortencia Bussy Soto ile tanıştı.
1939’da Ulusal Cephe Hükümeti’nin Sağlık Bakanlığı görevini devraldı.
‘Şili’deki Sosyal Tıp Gerçeği’ kitabını kaleme aldı.
1941 yılında APRA’nın davetlisi olarak Peru’ya gitti.
1942 ylında Şili Sosyalist Partisi’nin Genel Sekreterliği’ne getirildi.
1945 yılında Valdivia, Llanquihue, Chiloe, Aysen ve Magallanes bölgelerinden senatörlüğüne seçildi.
1947’de Sosyalist Parti bölündü, Allende Sosyalist Halk Partisi’ne katıldı.
Senato’da ‘Lanetli Yasa’ olarak bilinen Demokrasinin Sürekli Savunulması Yasası’na karşı oy kullandı.
Pisagua Toplama Kampı’nda Başkan Gonzalez Videla tarafından tutuklananları ziyaret etti (1948).
Aynı yıl Şili Tıp Akademisi Başkanlığı’na seçildi.
Sosyalist Halk Partisi, Carlos İbañez’in adaylığına destek verdiği için bu parti ile bağlarını koparıp Şili Sosyalist Partisi saflarına geri döndü.
Komünist Parti ile birlikte Halk Cephesi’nin kurulmasını sağladı.
1952’de Halk Cephesi, Allende’yi başkan adayı olarak açıkladı ve 52.000 oy aldı.
Senato’da, Elias Lafferte ile birlikte bakırın ulusallaştırılması yasa tasarısını sundu.
Bu defa Tarapaca ve Antofagasta bölgelerinden olmak üzere yeniden senatör seçildi.
1954 yılında Fransa, İtalya, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni kapsayan bir geziye çıktı.
1957’de Sosyalist Halk Partisi ve Şili Sosyalist Partisi birleştiler ve Komunist Parti ile birlikte Halk Mücadele Cephesi’ni (FRAP) kurdular.
FRAP, Allende’nin başkan adaylığını ilan etti.
1958’de seçimlerde sağcı aday Jorge Alesandri karşısında kaybetti.
1959’da Venezuela’da iktidarın Romulo Betancourt tarafından alınmasına dahil oldu. Küba devrimini yakından tanımak için Havana’ya gitti. Orada Che Guevara ve Fidel Castro ile uzun sohbetler yaptı.
1960 yılında üç aydan fazla zamanını alacak olan kömür işçileri grevine katılıp destek verdi.
Mayıs ayında gerçekleşen depremin etkilerini görmek için tüm ülkeyi dolaştı. Depremden zarar görenler için çeşitli projeler sundu.
1961’de yeniden senatör seçildi, bu kez Valparaiso ve Acongaua bölgelerinden.
Ülkenin batısına, Uruguay’a giderek Che ile birlikte İlerici Birlik’in propagandasını yaptı.
1963 yılında, Halk Mücadele Cephesi yeniden Allende’nin başkan adaylığını ilan etti.
1964’teki seçimlerde Eduardo Frei Montalba karşısında yenilgiye uğramış olmasına rağmen bu sefer aldığı oy oranı bir milyon dolayındaydı.
1965 yılında Avrupa ve Latin Amerika’da çeşitli geziler yaptı.
Politik yazarlar tarafından en iyi parlamentarist olarak tanımlandı.
1966 yılından itibaren Senato’ya başkanlık etti.
1967 yılında Havana’daki Üç Kıta Konferansı’na giden delegasyona başkanlık etti. Latin Amerika Dayanışma Örgütü’ne (OLAS) başkanlık yaptı.
Sovyetler Birliği’ne giderek Ekim Devrimi’nin 50. yılı kutlama etkinliklerine katıldı.
1968’de Kore Demokratik Cumhuriyeti, Vietnam Demokratik Cumhuriyeti (burada Ho Chi Minh ile röportaj yaptı), Kamboçya ve Laos’ a gitti.
Salvador Allende, Che Guevara’nın öldürülmesinin ardından dört Kübalı gerillanın Tahiti’ye götürülmesinde bizzat yer aldı.
1969’da Chiloe,Aysen ve Magallanes bölgelerinden senatör seçildi.
Komunistlerin, sosyalistlerin, radikallerin, MAPU, Padena ve Bağımsız Halk Direnişi örgütlerinin katılımıyla Halk Birliği (Unidad Popular/UP) kuruldu.
1970: Halk Birliği, Allende’nin başkan adaylığını ilan etti.
4 Eylül’de oyların çoğunluğunu elde ederek seçimlerden zaferle çıktı.
22 Ekim’de ordunun genelkurmay başkanı olan general Rene Schneider bir saldırıya uğradı ve üç gün sonra öldü.
Kongre, 24 Ekim’de Salvador Allende’yi seçilmiş başkan ilan etti.
Allende, 3 Kasım’da başkanlık görevini devraldı.
31 Aralık’ta Lota’daki madenden ülkeye seslendi.
1971 Mart’ında yapılan yerel seçimlerde Halk Birliği, oyların kesin çoğunluğunu aldı (%50,86).
11 Temmuz’daki Onur Günü’nde kongreden oy birliği ile geçen bakırın ulusallaştırılması yasasını açıkladı.
1972’de BM Genel Meclisi’nde ülkesinin uluslararası bir saldırının kurbanı olduğunu ifade etti. Dakikalarca ayakta alkışlandı.
Sovyetler Birliği, Meksika, Kolombiya ve Küba’yı ziyaret etti.
1973 Mart ayında gerçekleştirilen seçimlerde Halk Birliği, oyların %45’ini alarak parlamentodaki temsiliyet oranını arttırdı. UP, halen çoğunluğu elde edememiş olmasına rağmen, muhalefet tarafından planlanan asılsız suçlamalar etkisiz kılındı.
Emperyalizm ve ülkedeki sağcı güçler, Halkçı Hükümet’e karşı saldırılarını keskinleştirdiler ve ülkede terrör ortamı yarattılar.
11 Eylül’de Salvador Allende, Şili halkının kendisine layık gördüğü görevi kahramanca savundu ve La Moneda Sarayı’nda katledildi.
Çeviri: TELESUR / CANAN ATEŞ
14.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
SALVADOR ALLENDE GOSSENS
Biyografi
26 Haziran 1908’de Valparaiso’da doğdu. Babası avukat, noter ve Radikal Parti üyesi Salvador Allende Castro ve annesi Dona Laura Gossens Uribe idi.
Eğitimini son derece başarılı bir şekilde tamamladığı Valparaiso’daki Eduardo de la Barra Lisesi’ne gitti. Farklı spor dallarında aktivite gösterdi. Burada yaşlı İtalyan anarşist Juan Demarchi ile tanıştı. İlk politik formasyonu, onun verdiği marksist yazılar ile oluştu.
1925’yılında Coraceros de Vina Denizcilik Alayı’nda gönüllü askerlik yaptı. Aynı yıl Lanceros de Tacna Alayı’na geçerek burada yedek subay olarak görevini tamamladı.
1926’da Santiago’daki Şili Üniversitesi’ne tıp eğitimi almak üzere kayıt oldu.
1927’de Tıp Öğrencileri Derneği başkanı oldu ve arkadaşlarını, düzenli olarak Marksizm üzerine tartışmak ve okumak üzere organize etti. Üniversiteden arkadaşları ile birlikte İlerici Grup’u kurdu.
1930’da Şili Öğrenci Federasyonu başkan yardımcılığına seçildi ve dönemin diktatörü Carlos Ibañez’e karşı verilen mücadeleye aktif bir şekilde katıldı.
Kısa bir süre sonra Üniversite Konseyi’ne öğrencilerin temsilcisi olarak katıldı. Kısa bir süreliğine okuldan uzaklaştırılmasına rağmen notlarının iyi olması nedeniyle mezuniyetine birkaç ay kala okula geri döndü. Temmuz ayında diktatör Ibañez devrildi.
1932 yılında okulu bitirmesinin ardından hasta babasının yanına Valparaiso’ya gitti. Bir yandan staj yaparken diğer yandan da ‘Zihinsel Hijyen ve Suç’üzerine anılarını yazdı.
Haziran ayında Şili’de Marmaduke Grove liderliğinde Sosyalist Cumhuriyet ilan edildi. Kısa süreli bu sosyalist deneyimin ardından, iktidara gelen yeni hükümet ilerici unsurlara karşı bir takibat başlattı. Allende hapse gönderildi. Hapisteyken babası öldü. Genç doktor babasının mezarı başında hayatını Şili’nin özgürleşmesine adamaya yemin etti.
1933 yılında Doktor ünvanıni aldı, pekçok girişimden sonra anotomist-patolog olarak çalışmaya başladı.
19 Nisan’da Eugenio Matte Hurtado, Marmaduke Grove, Eugenio Gonzalez, Oscar Schnake ve diğer yoldaşları ile birlikte Şili Sosyalist Partisi’nin doğuşunda yer aldı.
Jose Vizcarra ile birlikte Ulusal Sağlık Sisteminin Yapısı kitabını kaleme aldı.
1935 yılından itibaren Şili Tıp Birliği’nde yönetici seçilerek kendi meslek örgütünde faaliyete başladı.
Valparaiso’da Şili Tıp Bülteni’ni kurdu.
Temmuz ayında yakalanarak Aralık ayına kadar sürgünde kalacağı Caldera Limanı’na gönderildi.
Mart 1936’da Ulusal Cephe’nin kuruluş faaliyetlerine katıldı ve Valparaiso’da bölge yöneticiliği yaptı.
Sosyalist Parti’deki yoldaşları onu Genel Sekreter Yardımcısı olarak seçtiler.
Ulusal Cephe, 1938 yılında Pedro Aguirre Cerda’nın adaylığını ilan etti. Allende, Valparaiso’da güçlü bir kampanya yürüttü.
25 Ocak 1939’da, Şili depreminin olduğu gece Santiago’da sonradan eşi olacak tarih öğretmeni Hortencia Bussy Soto ile tanıştı.
1939’da Ulusal Cephe Hükümeti’nin Sağlık Bakanlığı görevini devraldı.
‘Şili’deki Sosyal Tıp Gerçeği’ kitabını kaleme aldı.
1941 yılında APRA’nın davetlisi olarak Peru’ya gitti.
1942 ylında Şili Sosyalist Partisi’nin Genel Sekreterliği’ne getirildi.
1945 yılında Valdivia, Llanquihue, Chiloe, Aysen ve Magallanes bölgelerinden senatörlüğüne seçildi.
1947’de Sosyalist Parti bölündü, Allende Sosyalist Halk Partisi’ne katıldı.
Senato’da ‘Lanetli Yasa’ olarak bilinen Demokrasinin Sürekli Savunulması Yasası’na karşı oy kullandı.
Pisagua Toplama Kampı’nda Başkan Gonzalez Videla tarafından tutuklananları ziyaret etti (1948).
Aynı yıl Şili Tıp Akademisi Başkanlığı’na seçildi.
Sosyalist Halk Partisi, Carlos İbañez’in adaylığına destek verdiği için bu parti ile bağlarını koparıp Şili Sosyalist Partisi saflarına geri döndü.
Komünist Parti ile birlikte Halk Cephesi’nin kurulmasını sağladı.
1952’de Halk Cephesi, Allende’yi başkan adayı olarak açıkladı ve 52.000 oy aldı.
Senato’da, Elias Lafferte ile birlikte bakırın ulusallaştırılması yasa tasarısını sundu.
Bu defa Tarapaca ve Antofagasta bölgelerinden olmak üzere yeniden senatör seçildi.
1954 yılında Fransa, İtalya, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni kapsayan bir geziye çıktı.
1957’de Sosyalist Halk Partisi ve Şili Sosyalist Partisi birleştiler ve Komunist Parti ile birlikte Halk Mücadele Cephesi’ni (FRAP) kurdular.
FRAP, Allende’nin başkan adaylığını ilan etti.
1958’de seçimlerde sağcı aday Jorge Alesandri karşısında kaybetti.
1959’da Venezuela’da iktidarın Romulo Betancourt tarafından alınmasına dahil oldu. Küba devrimini yakından tanımak için Havana’ya gitti. Orada Che Guevara ve Fidel Castro ile uzun sohbetler yaptı.
1960 yılında üç aydan fazla zamanını alacak olan kömür işçileri grevine katılıp destek verdi.
Mayıs ayında gerçekleşen depremin etkilerini görmek için tüm ülkeyi dolaştı. Depremden zarar görenler için çeşitli projeler sundu.
1961’de yeniden senatör seçildi, bu kez Valparaiso ve Acongaua bölgelerinden.
Ülkenin batısına, Uruguay’a giderek Che ile birlikte İlerici Birlik’in propagandasını yaptı.
1963 yılında, Halk Mücadele Cephesi yeniden Allende’nin başkan adaylığını ilan etti.
1964’teki seçimlerde Eduardo Frei Montalba karşısında yenilgiye uğramış olmasına rağmen bu sefer aldığı oy oranı bir milyon dolayındaydı.
1965 yılında Avrupa ve Latin Amerika’da çeşitli geziler yaptı.
Politik yazarlar tarafından en iyi parlamentarist olarak tanımlandı.
1966 yılından itibaren Senato’ya başkanlık etti.
1967 yılında Havana’daki Üç Kıta Konferansı’na giden delegasyona başkanlık etti. Latin Amerika Dayanışma Örgütü’ne (OLAS) başkanlık yaptı.
Sovyetler Birliği’ne giderek Ekim Devrimi’nin 50. yılı kutlama etkinliklerine katıldı.
1968’de Kore Demokratik Cumhuriyeti, Vietnam Demokratik Cumhuriyeti (burada Ho Chi Minh ile röportaj yaptı), Kamboçya ve Laos’ a gitti.
Salvador Allende, Che Guevara’nın öldürülmesinin ardından dört Kübalı gerillanın Tahiti’ye götürülmesinde bizzat yer aldı.
1969’da Chiloe,Aysen ve Magallanes bölgelerinden senatör seçildi.
Komunistlerin, sosyalistlerin, radikallerin, MAPU, Padena ve Bağımsız Halk Direnişi örgütlerinin katılımıyla Halk Birliği (Unidad Popular/UP) kuruldu.
1970: Halk Birliği, Allende’nin başkan adaylığını ilan etti.
4 Eylül’de oyların çoğunluğunu elde ederek seçimlerden zaferle çıktı.
22 Ekim’de ordunun genelkurmay başkanı olan general Rene Schneider bir saldırıya uğradı ve üç gün sonra öldü.
Kongre, 24 Ekim’de Salvador Allende’yi seçilmiş başkan ilan etti.
Allende, 3 Kasım’da başkanlık görevini devraldı.
31 Aralık’ta Lota’daki madenden ülkeye seslendi.
1971 Mart’ında yapılan yerel seçimlerde Halk Birliği, oyların kesin çoğunluğunu aldı (%50,86).
11 Temmuz’daki Onur Günü’nde kongreden oy birliği ile geçen bakırın ulusallaştırılması yasasını açıkladı.
1972’de BM Genel Meclisi’nde ülkesinin uluslararası bir saldırının kurbanı olduğunu ifade etti. Dakikalarca ayakta alkışlandı.
Sovyetler Birliği, Meksika, Kolombiya ve Küba’yı ziyaret etti.
1973 Mart ayında gerçekleştirilen seçimlerde Halk Birliği, oyların %45’ini alarak parlamentodaki temsiliyet oranını arttırdı. UP, halen çoğunluğu elde edememiş olmasına rağmen, muhalefet tarafından planlanan asılsız suçlamalar etkisiz kılındı.
Emperyalizm ve ülkedeki sağcı güçler, Halkçı Hükümet’e karşı saldırılarını keskinleştirdiler ve ülkede terrör ortamı yarattılar.
11 Eylül’de Salvador Allende, Şili halkının kendisine layık gördüğü görevi kahramanca savundu ve La Moneda Sarayı’nda katledildi.
Çeviri: TELESUR / CANAN ATEŞ
14.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
BM'de birazcık vicdan kalmış mı?
Darbeci Honduras Hükümeti’nin Büyükelçisi, BM İnsan Hakları Kurulu’ndan İhraç Edildi.
Honduras’ın Cenevre büyükelçisi Delmer Urbizo, bu Pazartesi günü BM İnsan Hakları Örgütü Kurul Toplantısı esnasında hem BM hem de uluslarası kamuoyu tarafından tanınmayan Honduras’ın darbeci hükümeti lehine yaptığı konuşmadan dolayı toplantı salonundan dışarı çıkarıldı.
Urbizo, toplantı salonundan çıkarılmasının ardından darbeci Roberto Micheletti tarafından 29 Kasım tarihinde yapılması planlanan başkanlık seçimlerini kastederek ‘seçimlerden sonra buraya geri geleceğiz’ dedi.
Urbizo, gazetecilere yaptığı açıklamada kurul başkanı olan Belçikalı diplomat Alex van Meeuwen’in talimatıyla ve zor kullanılarak dışarı çıkarıldığını iddia ederek kuraldışı bir şekilde kendini söz hakkı verilmediğini, bunun da insan hakları ihlali olduğunu söyledi.
Arjantin, Brezilya ve Küba büyükelçileri, bu kurula yasal devlet başkanı Manuel Zelaya hükümetince atanmış diplomatların katılmasını talep ederek 28 Haziran tarihinde Honduras’ta gerçekleşenin bir darbe olduğunu hatırlattılar ve daha sonrasında iktidarı işgal eden Roberto Michletti hükümetinin meşru olmadığını vurguladılar.
Meksika büyükelçisi ise, kurul başkanına Honduras Dışişleri Bakanı Patricia Rodas tarafından kendisine verilen ve darbeci hükümetin büyükelçisinin Rodas’ın görevden alındığını bildirdiği belgeyi teslim etti.
Başkan Van Meeuwen, Meksika büyükelçisi Juan José Gómez Camacho tarafından kendisine verilen belgeyi inceletmek üzere BM Hukuk Departmanı’na iletti.
Salı günü toplantılara devam edileceği bildirilirken bazı diplomatlar sorunun uzamaması için Honduras büyükelçisinin katılımı ile ilgili son kararın BM Genel Meclisi tarafından karar altına alınmasını talep ettiler.
Roberto Micheletti’nin darbeci ve yasadışı hükümeti, uluslarası zeminde bir meşruluğa sahip değil. Bunun yanısıra pek çok sosyal kurum ve örgüt, Honduras’ı insan haklarını ihlal etmekle suçluyor.
Bir süre önce Honduras’a giden ve çeşitli incelemeler yapan Amerika Devletleri Örgütü (OAS) İnsan Hakları Komisyonu ise, devlet tarafından halka yönelik aşırı güç kullanımının, yasadışı tutuklamaların ve ülkenin eski demokratik sürecine geri dönmesini talep eden Honduraslılar’ın protesto gösterilerine yapılan saldırıların mevcut olduğunu rapor etmişti.
Haber: CANAN ATEŞ
14.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Honduras’ın Cenevre büyükelçisi Delmer Urbizo, bu Pazartesi günü BM İnsan Hakları Örgütü Kurul Toplantısı esnasında hem BM hem de uluslarası kamuoyu tarafından tanınmayan Honduras’ın darbeci hükümeti lehine yaptığı konuşmadan dolayı toplantı salonundan dışarı çıkarıldı.
Urbizo, toplantı salonundan çıkarılmasının ardından darbeci Roberto Micheletti tarafından 29 Kasım tarihinde yapılması planlanan başkanlık seçimlerini kastederek ‘seçimlerden sonra buraya geri geleceğiz’ dedi.
Urbizo, gazetecilere yaptığı açıklamada kurul başkanı olan Belçikalı diplomat Alex van Meeuwen’in talimatıyla ve zor kullanılarak dışarı çıkarıldığını iddia ederek kuraldışı bir şekilde kendini söz hakkı verilmediğini, bunun da insan hakları ihlali olduğunu söyledi.
Arjantin, Brezilya ve Küba büyükelçileri, bu kurula yasal devlet başkanı Manuel Zelaya hükümetince atanmış diplomatların katılmasını talep ederek 28 Haziran tarihinde Honduras’ta gerçekleşenin bir darbe olduğunu hatırlattılar ve daha sonrasında iktidarı işgal eden Roberto Michletti hükümetinin meşru olmadığını vurguladılar.
Meksika büyükelçisi ise, kurul başkanına Honduras Dışişleri Bakanı Patricia Rodas tarafından kendisine verilen ve darbeci hükümetin büyükelçisinin Rodas’ın görevden alındığını bildirdiği belgeyi teslim etti.
Başkan Van Meeuwen, Meksika büyükelçisi Juan José Gómez Camacho tarafından kendisine verilen belgeyi inceletmek üzere BM Hukuk Departmanı’na iletti.
Salı günü toplantılara devam edileceği bildirilirken bazı diplomatlar sorunun uzamaması için Honduras büyükelçisinin katılımı ile ilgili son kararın BM Genel Meclisi tarafından karar altına alınmasını talep ettiler.
Roberto Micheletti’nin darbeci ve yasadışı hükümeti, uluslarası zeminde bir meşruluğa sahip değil. Bunun yanısıra pek çok sosyal kurum ve örgüt, Honduras’ı insan haklarını ihlal etmekle suçluyor.
Bir süre önce Honduras’a giden ve çeşitli incelemeler yapan Amerika Devletleri Örgütü (OAS) İnsan Hakları Komisyonu ise, devlet tarafından halka yönelik aşırı güç kullanımının, yasadışı tutuklamaların ve ülkenin eski demokratik sürecine geri dönmesini talep eden Honduraslılar’ın protesto gösterilerine yapılan saldırıların mevcut olduğunu rapor etmişti.
Haber: CANAN ATEŞ
14.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Meksika'da hava devrim kokuyor!
Meksikalılar, Calderon’un ekonomik paketini protesto ediyorlar.
Meksikalı halk örgütleri, politik ve akademik kurumlar bu Pazartesi günü Ulusal Kongre önünde Meksika devlet başkanı Felipe Calderon’un 2010 yılı için tasarladığı ekonomik paketi, varolan ekonomik krizi, işsizliği ve yoksulluğu derinleştireceği gerekçesiyle protesto ettiler.
Analistlere ve Meksika Hükümeti’nin yetkilileri, bu ekonomik paketin Meksika’nın dünyasal krizin ardından yaşamış olduğu krize karşı olumlu bir yönde değişikliğe yol açmayacağını, aksine Meksika’nın bu krizsel durumdan çıkmak bir tarafa daha da saplanmasına neden olacak ağır sosyal gerilimlere neden olacağını ifade ediyorlar.
Ayrıca, meksikalı 17 politikacı ve akademisyen, tüm ülkeyi ilgilendiren bu planın varolan ekonomik model ve sosyal yapıda öngördüğü değişikliklerin krizi artıracağı yönünde görüş bildiriyorlar.
Geçtiğimiz aylarda bazı siyasetçi ve akademisyenlerin katılımıyla organize edilen ‘Meksika Krize Karşı: Yeni Bir Gelişim Sürecine Doğru’ sloganı çerçevesinde yapılan atölye çalışmaları boyunca bu paketin yanlızca enflasyonun ve işsizliğin artması değil kamu yatırımlarına ve para politikalarına yönelik stratejik saldırılara dayalı olduğu vurgulanmıştı.
Meksika ekonomisinin başlıca sorununun hazinenin içinde bulunduğu mali kriz olmadığını vurgulayan katılımcılar, bu krizin önüne geçmenin herkese eşit sağlık ve eğitim olanakları götürmekle mümkün olacağının altını çizdiler.
Öte yandan, Meksika Demokratik Devrim Partisi’nin (PRD) başkan adayı Cuauhtémoc Cárdenas ise Calderon’un önerisinin krizin etkilerini göğüslemenin çözümü olmadığını belirterek sözlerine ‘ülkemiz ağır sosyal gerilimlerin altına girmek durumunda bırakılmamalıdır’ şeklinde devam etti. Bu paketin sosyal gerilimleri artırarak bir sosyal patlamaya neden olacağını vurguladı.
Meksika eski mali müsteşar Mauricio de María y Campos, paketin eşitlik ilkesine ters düşen maddeler bulundurduğunu belirterek bunun da toplumsal yapıyı daha zor koşullarla yüzyüze bırakacak bir gidişat olduğunu söyledi. Maria y Campos, hükümetin mali boşlukları bu paket ile doldurmaya çalışırken aslında toplumun geleceğinin altını oyduğunu söylerine ekledi.
Analistler, eski devlet yetkilileri ve milletvekilleri hükümete bir Sosyal Ekonomik Konsey kurmasını ve bu yolla yalnızca uzmanların değil halkın ve sosyal örgütlelerin düşüncelerini de dikkate almasını öneriyorlar.
Ekonomik Pakete Karşı Protesto Yürüyüşleri
Yurttaş Birlikleri koordinatörü María Eugenia Ochoa, örgütlerinin Meksika halkını Calderon’un ekonomik paketini protesto etmek için 10 Ekim’de düzenlenecek olan büyük yürüyüşe çağırdığını bildirdi.
Bunun dışında, 15 Eylül’de düzenlenecek olan bir forumla ekonomik krize karşı alternatifler yaratmak amaçlı demokratik katılım esasına dayalı mekanizmalar tartışılacak.
Meksika devlet başkanı Calderon, dünyasal ekonomik krizin ülkedeki etkilerini düzenlemek ve krizin hız kazanmasını engellemek amacıyla geçen Ağustos ayında üç devlet bakanlığını lağvederek buralarda çalışan devlet görevlisi ve yetkililerinin maaşlarını dondurmuş ve diğer ülkelere bulunan büyükelçiliklerin masraflarını aşağıya çekmişti.
Meksika devlet başkanı, bu paket çerçevesinde alınacak önlemlerle 80 milyar peso ( 6 milyar dolar) tasarrufta bulunmayı hedeflediğini açıkladı.
Haber: CANAN ATEŞ
14.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Meksikalı halk örgütleri, politik ve akademik kurumlar bu Pazartesi günü Ulusal Kongre önünde Meksika devlet başkanı Felipe Calderon’un 2010 yılı için tasarladığı ekonomik paketi, varolan ekonomik krizi, işsizliği ve yoksulluğu derinleştireceği gerekçesiyle protesto ettiler.
Analistlere ve Meksika Hükümeti’nin yetkilileri, bu ekonomik paketin Meksika’nın dünyasal krizin ardından yaşamış olduğu krize karşı olumlu bir yönde değişikliğe yol açmayacağını, aksine Meksika’nın bu krizsel durumdan çıkmak bir tarafa daha da saplanmasına neden olacak ağır sosyal gerilimlere neden olacağını ifade ediyorlar.
Ayrıca, meksikalı 17 politikacı ve akademisyen, tüm ülkeyi ilgilendiren bu planın varolan ekonomik model ve sosyal yapıda öngördüğü değişikliklerin krizi artıracağı yönünde görüş bildiriyorlar.
Geçtiğimiz aylarda bazı siyasetçi ve akademisyenlerin katılımıyla organize edilen ‘Meksika Krize Karşı: Yeni Bir Gelişim Sürecine Doğru’ sloganı çerçevesinde yapılan atölye çalışmaları boyunca bu paketin yanlızca enflasyonun ve işsizliğin artması değil kamu yatırımlarına ve para politikalarına yönelik stratejik saldırılara dayalı olduğu vurgulanmıştı.
Meksika ekonomisinin başlıca sorununun hazinenin içinde bulunduğu mali kriz olmadığını vurgulayan katılımcılar, bu krizin önüne geçmenin herkese eşit sağlık ve eğitim olanakları götürmekle mümkün olacağının altını çizdiler.
Öte yandan, Meksika Demokratik Devrim Partisi’nin (PRD) başkan adayı Cuauhtémoc Cárdenas ise Calderon’un önerisinin krizin etkilerini göğüslemenin çözümü olmadığını belirterek sözlerine ‘ülkemiz ağır sosyal gerilimlerin altına girmek durumunda bırakılmamalıdır’ şeklinde devam etti. Bu paketin sosyal gerilimleri artırarak bir sosyal patlamaya neden olacağını vurguladı.
Meksika eski mali müsteşar Mauricio de María y Campos, paketin eşitlik ilkesine ters düşen maddeler bulundurduğunu belirterek bunun da toplumsal yapıyı daha zor koşullarla yüzyüze bırakacak bir gidişat olduğunu söyledi. Maria y Campos, hükümetin mali boşlukları bu paket ile doldurmaya çalışırken aslında toplumun geleceğinin altını oyduğunu söylerine ekledi.
Analistler, eski devlet yetkilileri ve milletvekilleri hükümete bir Sosyal Ekonomik Konsey kurmasını ve bu yolla yalnızca uzmanların değil halkın ve sosyal örgütlelerin düşüncelerini de dikkate almasını öneriyorlar.
Ekonomik Pakete Karşı Protesto Yürüyüşleri
Yurttaş Birlikleri koordinatörü María Eugenia Ochoa, örgütlerinin Meksika halkını Calderon’un ekonomik paketini protesto etmek için 10 Ekim’de düzenlenecek olan büyük yürüyüşe çağırdığını bildirdi.
Bunun dışında, 15 Eylül’de düzenlenecek olan bir forumla ekonomik krize karşı alternatifler yaratmak amaçlı demokratik katılım esasına dayalı mekanizmalar tartışılacak.
Meksika devlet başkanı Calderon, dünyasal ekonomik krizin ülkedeki etkilerini düzenlemek ve krizin hız kazanmasını engellemek amacıyla geçen Ağustos ayında üç devlet bakanlığını lağvederek buralarda çalışan devlet görevlisi ve yetkililerinin maaşlarını dondurmuş ve diğer ülkelere bulunan büyükelçiliklerin masraflarını aşağıya çekmişti.
Meksika devlet başkanı, bu paket çerçevesinde alınacak önlemlerle 80 milyar peso ( 6 milyar dolar) tasarrufta bulunmayı hedeflediğini açıkladı.
Haber: CANAN ATEŞ
14.09.2009
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
10 Eylül 2009 Perşembe
Kalbimizi müzikle çalan kız!
Keny Arkana, henüz 24 yaşında bir Fransız bayan. Aslen Arjantin kökenli. Hani şu Tanrının eli ile sömürgeci İngilizleri tokatlayan Maradona'nın, edipler edibi Jorge Luis Borges'in, Evita'nın, Carlos del Turco Menem'in memleketi [zaten bu Latin Amerikalıların küllüsünde damar var]. Keny, bir şarkı yaptı, kalbimizi çaldı. İsyanla yaşayan rap müziğin hakkını veren, gözüpek ve -muhtemelen- doğduğundan beridir damardan mağripli bu yiğit kız hakkında bir sır vereceğiz şimdi size: Bu kız çok öfkeli!La Rage Du Peuple, Keny Arkana'nın bu yazıya bahis şarkısı. Halkların Öfkesi diyor, Keny. Halkları yaşatan şeyin, sevdayla tevhid edilmiş kavga olduğunu hatırlatıyor şarkısında. Arjantin'in, Sri Lanka'nın, Ruanda'nın, Somali'nin, Bosna'nın, Senegal'in, Filistin'in, Küba'nın, Vietnam'ın, Çeçenistan'ın, Guantanamo'nun, Çad'ın, İrlanda'nın, Irak'ın, Brezilya'nın öfkesi Keny'nin dudaklarından dökülüyor. Hazırsanız, şimdi bir sır daha vereceğiz: Bu kız -vallahi- çok öfkeli!Aşağıda izleyebileceğiniz klibin sonunda bir duvara püs****ülmüş birkaç satır yazı göreceksiniz. Hatta buna bir atasözü bile diyebiliriz şimdiden. Lacandon Ormanında kar maskesi ve piposuyla dünyaya mütemadiyen selam gönderen, "sözümüz silahımızdır" diyen Subcomandante Marcos�un gerçek kimliğini fellik fellik arayan Meksika idaresine, bulsanız ne olacak sanki diyen öfkeli kalabalıkların sesi: Todos Somos Marcos! Hepimiz Marcos'uz!
(kaynak sol platform)
***
La rage de peuple (Halkın öfkesi)
1.Verse:
Tamam, öfkemiz var ama salya akıtan değil!
Fab'a sor bakalım hayat bir pençe gibi şakırdıyor mu kaldırımlarda?
Amacımıza engel olana öfke.
Ters yaşama ezelden beri kazılı bir öfke.
Büyükler çocukluğumuzu çalmışken hızlı büyümemize öfke!
BAM! Bir yarış arabası ve bir duvar düşle.
Çok istenen barışın imkansızlığına öfke.
Sokaklarımızda onca silahlı polise öfke.
Lanet dünyanın kendini yıkmasına öfke.
Masumların hep ateş ortasında olmasına öfke.
öfke, çünkü duvarları insan yarattı!
Doğadan mı korktu ki kendini duvarlarla kapattı?
Doğaya ait olduğunu unuttuğu için öfke.
Ve derin bir umutsuzluktur, Barış güvercini hangi dünyaya uçtu?
Toplumun lanet ölçülerinden yara almalarına öfke.
öfke evet öfke.
Çocukluğumuzdan beri isyan!
Nakarat:
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
öfkemiz var (koro)
Artık susamayız ve oturamayız! öfkemiz var, yürek ve inancımız! (Keny)
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
İsyanımız var (koro)
Hiç bir şey bizi durduramaz! biz boyun eğmeyen, akıllı, marjinal, humanist ya da başkaldıran! (Keny)
2.Verse:
öfke, çünkü seçmiyoruz, katlanıyoruz!
öfke, çünkü onarılmazlar hayli zamandır istif etti..
İsyan, ayağa kalkmak için ne bekliyoruz?
öfke, çünkü bize bıraktıkları tek şey öfke, çünkü bize kalan tek şey!
öfke, yaşamak ve sadece bugünü yaşamak.
Baskı kafeslerinden sakınarak geleceğini seçmek.
öfke!
Çünkü bu dünya boktan ama herkes ona katlanıyor..
Çünkü onların hormonlu tarlaları dünyayı kısırlaştırıyor!
İsyan, zincirlerimizi kırmak için öfke.
öfke, herkes ekranda ''gerçek'' kelimesini okuyor..
öfke, çünkü bu dünya bize göre değil bize sahte düşler satıyor..
Biz aşağıda açlıktan ölürken, Babylon yukarda yağlanıyor!
Nakarat:
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
öfkemiz var (koro)
Artık susamayız ve oturamayız! öfkemiz var, yürek ve inancımız! (Keny)
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
İsyanımız var (koro)
Hiç bir şey bizi durduramaz! biz boyun eğmeyen, akıllı, marjinal, humanist ya da başkaldıran! (Keny)
3.Verse
İnancımızı korumak ve ilerlemek için öfke..
Bir Chirac, Sharon, Tony Blair ve Bush'a öfke!
öfke, çünkü kan ağlayan yüreklerin acısı asla duyulmuyor..
öfke, çünkü beterin beteri yok!
öfke, çünkü batı sömürgeci gömleğini çıkarmadı..
öfke, çünkü acı her zaman bize koyuyor.
öfke, çünkü tarihsel bilgi artık çağdaşlaşmıyor.
öfke, çünkü çok fazla sır var, devletin savaşları gerçekleriyle zengin, insanlığı değiştirmek adına..
öfke, çünkü istedikleri değişiklik değil, güçlerini korumak ve bizleri kullanmak!
öfke, çünkü inancımız meleklere ve onlara yürüyeceğiz!
öfke, çünkü düşüncelerim rahatsız ediyor.
Halkın öfkesi kaynıyor dünyanın dört bir köşesinde.
öfke, evet öfke!
Ya da devrimin özü..
Nakarat:
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
öfkemiz var (koro)
Artık susamayız ve oturamayız! öfkemiz var, yürek ve inancımız! (Keny)
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
İsyanımız var (koro)
Hiç bir şey bizi durduramaz! biz boyun eğmeyen, akıllı, marjinal, humanist ya da başkaldıran! (Keny)
Anti-Kapitalist, kureselleşme karşıtı veya dünyada alternatifi arayan! yarının direnişi, tinsel, dünya çapında devrimin arefesinde..Halkın öfkesi! Rabia Del Pueblo(Halkın öfkesi), Çünkü öfkemiz ölçülerini sarsacak olan..Çünkü öfkemiz çok büyük!
keny arkana
(kaynak sol platform)
***
La rage de peuple (Halkın öfkesi)
1.Verse:
Tamam, öfkemiz var ama salya akıtan değil!
Fab'a sor bakalım hayat bir pençe gibi şakırdıyor mu kaldırımlarda?
Amacımıza engel olana öfke.
Ters yaşama ezelden beri kazılı bir öfke.
Büyükler çocukluğumuzu çalmışken hızlı büyümemize öfke!
BAM! Bir yarış arabası ve bir duvar düşle.
Çok istenen barışın imkansızlığına öfke.
Sokaklarımızda onca silahlı polise öfke.
Lanet dünyanın kendini yıkmasına öfke.
Masumların hep ateş ortasında olmasına öfke.
öfke, çünkü duvarları insan yarattı!
Doğadan mı korktu ki kendini duvarlarla kapattı?
Doğaya ait olduğunu unuttuğu için öfke.
Ve derin bir umutsuzluktur, Barış güvercini hangi dünyaya uçtu?
Toplumun lanet ölçülerinden yara almalarına öfke.
öfke evet öfke.
Çocukluğumuzdan beri isyan!
Nakarat:
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
öfkemiz var (koro)
Artık susamayız ve oturamayız! öfkemiz var, yürek ve inancımız! (Keny)
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
İsyanımız var (koro)
Hiç bir şey bizi durduramaz! biz boyun eğmeyen, akıllı, marjinal, humanist ya da başkaldıran! (Keny)
2.Verse:
öfke, çünkü seçmiyoruz, katlanıyoruz!
öfke, çünkü onarılmazlar hayli zamandır istif etti..
İsyan, ayağa kalkmak için ne bekliyoruz?
öfke, çünkü bize bıraktıkları tek şey öfke, çünkü bize kalan tek şey!
öfke, yaşamak ve sadece bugünü yaşamak.
Baskı kafeslerinden sakınarak geleceğini seçmek.
öfke!
Çünkü bu dünya boktan ama herkes ona katlanıyor..
Çünkü onların hormonlu tarlaları dünyayı kısırlaştırıyor!
İsyan, zincirlerimizi kırmak için öfke.
öfke, herkes ekranda ''gerçek'' kelimesini okuyor..
öfke, çünkü bu dünya bize göre değil bize sahte düşler satıyor..
Biz aşağıda açlıktan ölürken, Babylon yukarda yağlanıyor!
Nakarat:
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
öfkemiz var (koro)
Artık susamayız ve oturamayız! öfkemiz var, yürek ve inancımız! (Keny)
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
İsyanımız var (koro)
Hiç bir şey bizi durduramaz! biz boyun eğmeyen, akıllı, marjinal, humanist ya da başkaldıran! (Keny)
3.Verse
İnancımızı korumak ve ilerlemek için öfke..
Bir Chirac, Sharon, Tony Blair ve Bush'a öfke!
öfke, çünkü kan ağlayan yüreklerin acısı asla duyulmuyor..
öfke, çünkü beterin beteri yok!
öfke, çünkü batı sömürgeci gömleğini çıkarmadı..
öfke, çünkü acı her zaman bize koyuyor.
öfke, çünkü tarihsel bilgi artık çağdaşlaşmıyor.
öfke, çünkü çok fazla sır var, devletin savaşları gerçekleriyle zengin, insanlığı değiştirmek adına..
öfke, çünkü istedikleri değişiklik değil, güçlerini korumak ve bizleri kullanmak!
öfke, çünkü inancımız meleklere ve onlara yürüyeceğiz!
öfke, çünkü düşüncelerim rahatsız ediyor.
Halkın öfkesi kaynıyor dünyanın dört bir köşesinde.
öfke, evet öfke!
Ya da devrimin özü..
Nakarat:
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
öfkemiz var (koro)
Artık susamayız ve oturamayız! öfkemiz var, yürek ve inancımız! (Keny)
öfkemiz var (koro)
Evet dimdik ayakta (Keny)
öfke (koro)
Sonuna kadar savaşmak için öfke ve hayatımızın bizi götürdüğü yere kadar..(Keny)
İsyanımız var (koro)
Hiç bir şey bizi durduramaz! biz boyun eğmeyen, akıllı, marjinal, humanist ya da başkaldıran! (Keny)
Anti-Kapitalist, kureselleşme karşıtı veya dünyada alternatifi arayan! yarının direnişi, tinsel, dünya çapında devrimin arefesinde..Halkın öfkesi! Rabia Del Pueblo(Halkın öfkesi), Çünkü öfkemiz ölçülerini sarsacak olan..Çünkü öfkemiz çok büyük!
keny arkana
ABD'nin darbeci çizmesi dünyayı kirletiyor!
ABD’nin Güney Komandosu, Honduras’ın darbeci hükümetini askeri tatbikatlara katılmaya çağırdı.
ABD’nin Güney Komandosu, Washington’un bir ay önce Honduras ile tüm askeri işbirliğini sona erdirme yönünde yaptığı açıklamalarına rağmen darbeci Honduras hükümetinin silahlı kuvvetlerine Panamax 2009 Silahlı Kuvvetler Ortak Tatbikatına katılması çağrısında bulundu.
Honduras, Roberto Micheletti hükümetinin uluslararası zeminde kınanmasına rağmen, ABD koordinasyonu altında 11-22 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan deniz tatbikatına katılacak 21 ülkenin bulunduğu listede yer alıyor.
Bu tatbikat için çağırılan ülkeler Belice, Brezilya, Kanada, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Ekvador, El Salvador, ABD, Guatemala, Hollanda, Nikaragua, Panama, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Uruguay, Arjantin ve Paraguay olarak belirlenmiş durumda. Meksika ve Fransa deniz kuvvetleri ise gözlemci olarak yer alacaklar.
Honduras, bilindiği üzere Roberto Micheletti’nin ordu desteğiyle darbe yaparak devlet başkanı Manuel Zelaya’nın görevinden uzaklaştırılmasına karşı uluslarası bir tavır alınması neticesinde izole bir durumda kalmıştı.
ABD ise, Honduras’ta darbe yapılmış olduğunu kabul ederek gelecek 29 Kasım’da yapılması planlanan seçimlerin galibini tanımayacağını beyan etmişti.
Pekçok ülke, ABD’den Honduras ile olan askeri işbirliğini sona erdirmesini ve Palmerola’daki ‘Albay Soto Cano’ askeri üssünden askeri güçlerini çıkarmasını talep etmişti. Bu üs, darbe esnasında başkan Zelaya’nın ülke topraklarından uzaklaştırılmasında bir köprü görevi görmüştü.
ABD Güney Komandosu komutanı general Douglas Fraser, başkan Manuel Zelaya’yı taşıyan uçağın buraya indiğini doğrulamış ancak ülkesinin bu olaya dair bilgisinin olmadığını ve hiçbir şekilde karışmadığını iddia etmişti.
TELESUR, 10.09.2009
Çeviren: CANAN ATEŞ
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
ABD’nin Güney Komandosu, Washington’un bir ay önce Honduras ile tüm askeri işbirliğini sona erdirme yönünde yaptığı açıklamalarına rağmen darbeci Honduras hükümetinin silahlı kuvvetlerine Panamax 2009 Silahlı Kuvvetler Ortak Tatbikatına katılması çağrısında bulundu.
Honduras, Roberto Micheletti hükümetinin uluslararası zeminde kınanmasına rağmen, ABD koordinasyonu altında 11-22 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan deniz tatbikatına katılacak 21 ülkenin bulunduğu listede yer alıyor.
Bu tatbikat için çağırılan ülkeler Belice, Brezilya, Kanada, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Ekvador, El Salvador, ABD, Guatemala, Hollanda, Nikaragua, Panama, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Uruguay, Arjantin ve Paraguay olarak belirlenmiş durumda. Meksika ve Fransa deniz kuvvetleri ise gözlemci olarak yer alacaklar.
Honduras, bilindiği üzere Roberto Micheletti’nin ordu desteğiyle darbe yaparak devlet başkanı Manuel Zelaya’nın görevinden uzaklaştırılmasına karşı uluslarası bir tavır alınması neticesinde izole bir durumda kalmıştı.
ABD ise, Honduras’ta darbe yapılmış olduğunu kabul ederek gelecek 29 Kasım’da yapılması planlanan seçimlerin galibini tanımayacağını beyan etmişti.
Pekçok ülke, ABD’den Honduras ile olan askeri işbirliğini sona erdirmesini ve Palmerola’daki ‘Albay Soto Cano’ askeri üssünden askeri güçlerini çıkarmasını talep etmişti. Bu üs, darbe esnasında başkan Zelaya’nın ülke topraklarından uzaklaştırılmasında bir köprü görevi görmüştü.
ABD Güney Komandosu komutanı general Douglas Fraser, başkan Manuel Zelaya’yı taşıyan uçağın buraya indiğini doğrulamış ancak ülkesinin bu olaya dair bilgisinin olmadığını ve hiçbir şekilde karışmadığını iddia etmişti.
TELESUR, 10.09.2009
Çeviren: CANAN ATEŞ
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Kolombiya Senatosu'nun vicdanı konuştu!
Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe
Kolombiyalı Senatör Piedad Cordoba, Uribe’nin Uluslarası Ceza Mahkemesi’nde FARC’tan önce yargılanması gerektiğini belirtti.
Canan Ateş
10 Eylül 2009
Kolombiyalı senatör ve FARC ile yapılan esir değişiminde önemli rol oynayan Piedad Cordoba, bu Perşembe günü yaptığı açıklamada Kolombiya devlet başkanı Alvaro Urıbe’nin Uluslarası Ceza Mahkemesi’nde FARC’tan önce yargılanması gerektiğini, çünkü Uribe hükümetinin sürekli olarak insan haklarını ihlal ettiğini ifade etti.
Sözlerine ‘bazı devlet yetkilileri FARC’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne intikal edeceğini söylüyorlar, ancak ben başkan Uribe’nin çok hızlı bir şekilde onlara eşlik edeceğini, hatta onlardan önce mahkeme karşısına çıkarılacağını düşünüyorum’ şeklinde devam eden Cordoba, Uribe hükümetinden bazı yetkililerin FARC hakkında uzun yıllardır ellerinde savaş esiri olarak tuttukları 24 asker ve polisi zincire vurmaktan dolayı Uluslarası Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulunduklarını beyan etmelerine karşı tutumunu ortaya sermiş oldu.
Kolombiya ordusu tarafından geçen hafta ele geçirildiği ve FARC tarafından kameraya alındığı iddia edilen görüntülerde yakınlarına ve esir değişimi süreci için faaliyet gösteren kurumlara çağrıda bulunan esir asker ve polislerin boyunlarına asılı zincirler dikkat çekiyordu.
XI. Ulusal İnsan Hakları ve Barış Forumu ekseninde yapılan bir toplantıda iktidardaki hükümetin sürekli olarak insan haklarını ihlal ettiğini belirten Piedad Cordoba, aşırı sağcı paramiliter grupların şeflerinin itiraflarına göre yetkili makamların pek çok suça ortak olduklarının altını çizdi.
Kolombiya devlet başkanı Uribe’yi bir insani değişim anlaşmasını imzalamayı red ederek savaş esirlerine ve onların ailelerine sürekli olarak acı çektirmekle suçlayan Cordoba, Kolombiya hükümeti için ‘onlar için kaçırılan asker ve polislerin hayatı eski politikacı Ingrid (Betancourt) ve üç ABD vatandaşı kadar önem taşımıyor’ dedi.
Cordoba, FARC’ın elindeki ve esir değişimi kapsamında bulunan 24 Kolombiyalı polis ve askere ait görüntülerin hükümet tarafından provokasyon yaratma amacıyla yayınlanmasına ilişkin olarak ‘Uribe, Uluslarası İnsanı Değişim Haklarını ve buna ilişkin protokolleri ihlal ediyor’ diyerek Kolombiya devlet başkanının bunu FARC’ın elindeki kişilerin serbest bırakılmasına izin vermeyerek yaptığını vurguladı.
Sözü edilen ve FARC kamplarında esir olarak tutulan 24 Kolombiyalı asker ve polisin serbest bırakılması karşılığında FARC, Kolombiya Hükümeti’nden Kolombiya hapishanelerinde son derece kötü koşullar ve işkence altında tutulan yaklaşık 500 gerillanın serbest bırakılmasını talep ediyor.
FARC, yaklaşık beş ay önce ellerindeki iki esirin serbest bırakılacağını ve bu süre zarfında hayatını kaybeden bir diğer esirin naaşının ailesine teslim edileceğini bildirmişti. Kolombiya Hükümeti Piedead Cordoba’nın esirleri teslim alacak ekibin içinde bulunmasına izin vermediği için sözü edilen misyon halen şu ana kadar yerine getirilmiş durumda değil. FARC’ın Piedad Cordoba’nın bu ekipler içerisinde bulunmasında ısrar etmesinin sebebi ise insani değişim operasyonlarının ancak bu şekilde Kolombiya devletinin komplosu olmayacağını düşünmelerinden ileri geliyor.
Cordoba, ‘hükümetin desteği ve bu yönlü bir niyeti olmadığı sürece FARC’ın elindeki esirleri almak noktasında ne benim ne Kızıl Haç’ın ne de Katolik Kilisesi’nin çabaları sonuç verebilir’ dedi.
Barış İçin Mücadele Eden Kolombiyalılar hareketinin önderi senatör Piedad Cordoba, geçen Çarşamba günü yaptığı açıklamada 2010 Mayıs’ında yapılacak başkanlık seçimlerine kadar hiçbir esirin serbest bırakılmasının mümkün olmayacağını vurguladı.
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Kolombiyalı Senatör Piedad Cordoba, Uribe’nin Uluslarası Ceza Mahkemesi’nde FARC’tan önce yargılanması gerektiğini belirtti.
Canan Ateş
10 Eylül 2009
Kolombiyalı senatör ve FARC ile yapılan esir değişiminde önemli rol oynayan Piedad Cordoba, bu Perşembe günü yaptığı açıklamada Kolombiya devlet başkanı Alvaro Urıbe’nin Uluslarası Ceza Mahkemesi’nde FARC’tan önce yargılanması gerektiğini, çünkü Uribe hükümetinin sürekli olarak insan haklarını ihlal ettiğini ifade etti.
Sözlerine ‘bazı devlet yetkilileri FARC’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne intikal edeceğini söylüyorlar, ancak ben başkan Uribe’nin çok hızlı bir şekilde onlara eşlik edeceğini, hatta onlardan önce mahkeme karşısına çıkarılacağını düşünüyorum’ şeklinde devam eden Cordoba, Uribe hükümetinden bazı yetkililerin FARC hakkında uzun yıllardır ellerinde savaş esiri olarak tuttukları 24 asker ve polisi zincire vurmaktan dolayı Uluslarası Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulunduklarını beyan etmelerine karşı tutumunu ortaya sermiş oldu.
Kolombiya ordusu tarafından geçen hafta ele geçirildiği ve FARC tarafından kameraya alındığı iddia edilen görüntülerde yakınlarına ve esir değişimi süreci için faaliyet gösteren kurumlara çağrıda bulunan esir asker ve polislerin boyunlarına asılı zincirler dikkat çekiyordu.
XI. Ulusal İnsan Hakları ve Barış Forumu ekseninde yapılan bir toplantıda iktidardaki hükümetin sürekli olarak insan haklarını ihlal ettiğini belirten Piedad Cordoba, aşırı sağcı paramiliter grupların şeflerinin itiraflarına göre yetkili makamların pek çok suça ortak olduklarının altını çizdi.
Kolombiya devlet başkanı Uribe’yi bir insani değişim anlaşmasını imzalamayı red ederek savaş esirlerine ve onların ailelerine sürekli olarak acı çektirmekle suçlayan Cordoba, Kolombiya hükümeti için ‘onlar için kaçırılan asker ve polislerin hayatı eski politikacı Ingrid (Betancourt) ve üç ABD vatandaşı kadar önem taşımıyor’ dedi.
Cordoba, FARC’ın elindeki ve esir değişimi kapsamında bulunan 24 Kolombiyalı polis ve askere ait görüntülerin hükümet tarafından provokasyon yaratma amacıyla yayınlanmasına ilişkin olarak ‘Uribe, Uluslarası İnsanı Değişim Haklarını ve buna ilişkin protokolleri ihlal ediyor’ diyerek Kolombiya devlet başkanının bunu FARC’ın elindeki kişilerin serbest bırakılmasına izin vermeyerek yaptığını vurguladı.
Sözü edilen ve FARC kamplarında esir olarak tutulan 24 Kolombiyalı asker ve polisin serbest bırakılması karşılığında FARC, Kolombiya Hükümeti’nden Kolombiya hapishanelerinde son derece kötü koşullar ve işkence altında tutulan yaklaşık 500 gerillanın serbest bırakılmasını talep ediyor.
FARC, yaklaşık beş ay önce ellerindeki iki esirin serbest bırakılacağını ve bu süre zarfında hayatını kaybeden bir diğer esirin naaşının ailesine teslim edileceğini bildirmişti. Kolombiya Hükümeti Piedead Cordoba’nın esirleri teslim alacak ekibin içinde bulunmasına izin vermediği için sözü edilen misyon halen şu ana kadar yerine getirilmiş durumda değil. FARC’ın Piedad Cordoba’nın bu ekipler içerisinde bulunmasında ısrar etmesinin sebebi ise insani değişim operasyonlarının ancak bu şekilde Kolombiya devletinin komplosu olmayacağını düşünmelerinden ileri geliyor.
Cordoba, ‘hükümetin desteği ve bu yönlü bir niyeti olmadığı sürece FARC’ın elindeki esirleri almak noktasında ne benim ne Kızıl Haç’ın ne de Katolik Kilisesi’nin çabaları sonuç verebilir’ dedi.
Barış İçin Mücadele Eden Kolombiyalılar hareketinin önderi senatör Piedad Cordoba, geçen Çarşamba günü yaptığı açıklamada 2010 Mayıs’ında yapılacak başkanlık seçimlerine kadar hiçbir esirin serbest bırakılmasının mümkün olmayacağını vurguladı.
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
8 Eylül 2009 Salı
Sosyalistler, In-Yer-Face'i (de) sorguluyor!
Tehlikesiz Hakikatler Tiyatrosu: In-Yer-Face
29 Eylül 2008 Pazartesi 0
Küçük-burjuva sanat akımlarının hemen hemen hepsi, kendi konumlarını, önemlerini değerlendirmekten acizdirler. Yaptıkları değişiklikler yahut katkılar yine kendileri ve eleştiricileri tarafından abartılır; sanata getirdikleri kimi biçimsel yenilikler büyük gürültü koparır. En kötüsü de, yazılan bu resmi tarihin dışına çıkmaya çalışanlara karşı başlatılan psikolojik savaştır: derhal bir sosyalist gerçekçilik miti etrafında partinin kölesi olmuş ve sanatını totalitarizme tabi kılmış (bilinçliyse) özgürlük düşmanı, (bilinçsizse) zavallı bir sanatçı portresinin örtüsü kaldırılır ve yerine göre Artaud, Pollock, yerine göre Grotowski, Müller gibi, “birey” olmayı başarabilmiş ve komünizme aba altından fırça, dekor, kalem gösterebilmiş sanatçılarla karşı karşıya sergilenir bu talihsizin portresi. Toplumcu gerçekçiliğe ve halk sanatına doğru herhangi bir “sapma”, ya akademyanın dikkatine nazır olamayarak, ya da bizzat “sanat çevresi” tarafından “peh”lenerek cezalandırılmış olur.
Söz gelimi, Carolee Schneemann’ın Meat Joy (1964) adlı performansı hakkında küratörü şöyle bir yorum yapabilir: “Yalnızca temsilin cinsiyet tabanlı hiyerarşisini altüst etmekle kalmayıp, sanatçıyla nesnesi arasındaki tarihsel sahiplenme ve kontrol dinamiğine de meydan okuyan olağanüstü bir kamusal erotizm eylemiydi.” Performansı izleyip de, bunun bir grup sanatçının çiğ balıklar ve çiğ tavuklar eşliğinde yaptığı bir önsevişme eyleminden ibaret olduğunu kavradığınızda, yapılan yorumun gerçeği ve olup biteni ortaya koymak yerine, olması isteneni ifade ettiğini görüyorsunuz şaşırarak. Cinsiyet tabanlı hiyerarşiler altüst olmadığı gibi, sahne bir soft-porno tiyatrosuna dönüştürülür.
Benzer bir vaka, İngiltere’de 1990’ların ortasında beliren “In-yer-face” (bundan sonra IYFT) örneğinde de yaşandı. Genç yazarlar ve onların savunucuları, yeni başlayan ve seyirciden oldukça ilgi toplayan bu eğilimin eleştiricilerine geri kafalılık ve burjuvalık gibi kötü çağrışımları olan her türden ithamlar yöneltmişler, oyunlarının yalnızca gerçeği yansıttığını iddia etmişlerdi. Ne yazdıkları oyunlar, ne de bu oyunlarının sahnelendiği tiyatrolar işçi dostu olarak tanınmaktaydı ama bu yazarlar ve savunucuları “burjuva”yı politik yahut ekonomik içerimleri olan bir sözcük gibi değil de, bir küfür olarak kullandıklarından, bunu sorgulama ihtiyacı hissetmemiş olmaları doğaldır.
Tüm kültürel ürünler gibi, IYFT'nin de Türkiye’ye gelişi biraz rötarlı oldu. Tiyatro DOT bu akımı ülkeye taşıdığında, IYFT'nin Britanya’daki popüler zamanları sona ermiş, kıta Avrupa’sındaki ikinci baharını yaşamaktaydı. Tehlikesiz hakikatler tiyatrosu hem yeniydi, hem açık sözlüydü, hem de mevcut iktidarın işine gelmeyen şeyleri söylemeyi pek sevmiyordu. E malum, sansürlenen oyun para kazandırmaz; hem artık işçi sınıfı mı kaldı…
Biraz tiyatro tarihi
Sanja Nikcevic 1990’lara gelen süreçte Avrupa tiyatrosunun ve oyun yazarlığının güzel bir resmini sunar bize. Birkaç bazı isme dikkat çekmek kâfi: Jerzy Grotowski, Andre Mnouchkine, Thomas Richards, Richard Schechner, Peter Brook, Robert Wilson, Eugenio Barba. Okur yazıdan kopmasın diye söyleyelim, bunların hepsi 20. yüzyılın ikinci yarısının tanınmış yönetmenleriydi ve doğrusu, dramatik metinlerle araları pek iyi değildi. Çoğu “kültürlerarası” diye etiketlenmiş, oryantalizm soslu bir kolaj tiyatrosu peşindeydi; sözdense bedene, oyun metnindense performansa dayanan bir anlayış geliştirmişlerdi. Bu metinsevmez tiyatrocular arasında belki bir tane yazar göze çarpar: Heiner Müller. Onun da yazdığı metinler birkaç sene önce Lehmann tarafından post-dramatik tiyatro kapsamının içine dahil edildi. Yanisi, Müller’in metinlerinin yoruma açık oluşu ve bir bütünlük arz etmeyen yapılarının kes-yapıştıra imkân vermesi, yönetmen tiyatrosunun hâkimiyetine herhangi bir darbe vurmadı.
Oyun yazarlığı Britanya’da da kriz yaşıyordu ancak yine de bunun diğer ülkelerden daha hafif bir nöbet olduğunu söylemek mümkün. Köklü bir oyun yazarlığı geleneğine sahip olan Britanya, bu kriz döneminde de Tom Stoppard, David Hare, Arnold Wesker ve Harold Pinter gibi yazarların yeni oyunlarına seyircilik etti. IYFT'nin ada topraklarından çıkması bu nedenle pek de şaşırtıcı değildir. Buna rağmen, ünlü İngiliz eleştirmen Michael Billington 1991 yılında artık Britanya tiyatrosunda yeni oyunlar döneminin kapandığını yazıyordu. Sarah Kane’in 1995 tarihli oyunu Blasted [Harap] ise son birkaç yıldır “Yeni Avrupa Dramı” diye adlandırılmaya başlanan bir oyun yazarlığı patlamasının fitili oldu. Hemen ardından Mark Ravenhill’in Shopping and Fucking’i [Alışveriş ve Sikiş] ve Jez Butterworth’ün Mojo’su geldi.
Bir noktaya dikkat çekmek gerek, IYFT'nin isim babası ya da annesi, bu eğilimin yazarlarından biri değil. Tıpkı absürd tiyatro isimlendirmesi gibi, bu isimlendirme de oyun yazarlığında böyle eğilimler ortaya çıktıktan çok sonra, 2001 yılında kullanılmaya başlandı. Eğilimin en sıkı takipçilerinden ve savunucularından olan Aleks Sierz’in neden “in-yer-face” [yüzünüze karşı] gibi bir kavram seçtiğini anlattığı kısa yazısı, IYFT meraklıları için faydalı olabilir. Fakat asıl şaşırtıcı durum, Sierz'in Cool Brittania adlı bir derlemede, kendi getirdiği bu tanımlamanın hatalarından bahsetmesi oldu. Bizler IYFT'yi 5 senelik bir döneme yayılan bir akım, bir hareket olarak bilirken, Sierz yazısında IYFT'nin bir hareket olmadığını üzerine basa basa söyleyerek şöyle diyordu:
“In-yer-face yazarı diye bir şey yoktur: Neilson, Ravenhill ve Kane gibi bazı yazarlar böyle tanımlanabilecek oyunlar yazdılar; Patrick Marber, David Greig, Gary Mitchell ve Judy Upton gibi diğerleri de ağır, duygusal olarak yüklü sahneleri olan oyunlar yazdılar.”
Sierz'in sözlerine dayanarak IYFT'yi bir akım gibi sunanlar çuvallamış gibi görünüyor. Elbette bu eğilimin bir akım gibi sunulması, sansasyonel olunması ve daha çok seyirci çekilmesi açısından kârlı bir yöntem olabilir. Ama 1995-1999 arasında Britanya oyun yazarlığında vuku bulan şey, şiddet öğelerinin öne çıktığı oyunların sayısındaki artıştı. Yine de Sierz'in tespitlerinin haklı bir yönü var: Bu oyunlar içerikleri ve biçimleri itibariyle benzer özellikler taşıyorlar, bizim konumuz da bu benzerlikler olacak.IYFT'nin Britanya'da kabul görmesi uzun ve uğraştırıcı bir süreç oldu. Taraftarları bu eğilimi savunmak için bir söylem kalesi inşa ettiler desek yeridir. Kendilerine yönelen eleştirileri, “eski moda, muhafazakâr ve dar görüşlü” diyerek savuşturdular. Çatışma sanki ilerici ve gerici güçler arasındaki bir mücadeleymiş gibi resmedildi ve bu eğilime cesur bir politik duruş sahibiymiş, gerçekliğin dürüst bir temsiliymiş rolü verildi. Pek çok “in-yer-face” dostu eleştirmen, yazarların politik duruşunun rahatlıkla sol sayılabileceğini söylüyordu.IYFT'nin Kıta Avrupası’ndaki gelişimi daha da ilginçti. 2000 yılında Britanya’daki momenti azalırken, Almanya’da popüler oldu ve daha sonra hızla diğer ülkelerde benimsendi. Her ülke kendi “in-yer-face”ini yaratmaya çalışıyordu. Norm-dışı, ilerici ve çığır açıcı olduğu savunulan IYFT, norm haline geldi. Öyle ki, yeni yazarlar arayışı içinde bulunan Alman yönetmen Ostermeier, “Alman Ravenhill kim olacak?” diye soruyordu artık. Tiyatro sahipleri ve yönetmenler yaratıcı oyunlar değil, seyirciyi tiyatroya çekecek ve “in-yer-face” şablonuna göre yazılmış sansasyonel metinleri arar olmuştu. Giderek türleşen ve artık belli başlı kimi kalıpları olan bir "akım"dı artık IYFT. Yazar tiyatrosu yeniden canlanmış gibi görünse de, aslında Kıta Avrupası’ndaki durum pek öyle değildi, yönetmenlerin ve tiyatro sahiplerinin genç yazarlar üzerinde kurduğu baskı nedeniyle, yazarların kendi yaratıcılıklarını kullanması engelleniyor, genç yetenekler Ravenhill gibi yazmaya zorlanıyorlardı. Salonu doldurmak için tecavüz gerekiyorsa, yapımcılar seyirciye tecavüz vereceklerdi.Biraz tiyatro teorisiOyunların hiçbir bağlamı olmayan ve şiddet için uygulanan şiddeti sık sık kullanması IYFT için bir kuraldır diyebiliriz. Anal tecavüz, vajinal tecavüz, çocuk istismarı, işkence, kötü muamele, kusma, dayak, insan eti yeme, uyuşturucu kullanımı gibi öğeler oyunların içeriğini oluşturur. Kısa diyaloglar çoğunlukla yüksek dozda karamsarlık barındırırlar. Bir kişisel tarihten yoksun olan ya da bu kişisel tarihin izlerini dışa vurmayan karakterler genellikle ruhsal sorunlara sahiptir ve oyun süresince durağan kalır, herhangi bir dönüşüm geçirmezler.Oyunlardaki şiddet ve provokasyon eğilimi nedeniyle, IYFT'nin kurucu babası olarak Artaud’yu göstermek yaygın ama kanımca yanlış bir tutum. Etraflı bir eleştirisi henüz yapılmayan IYFT'nin eleştiricileri de genellikle savunucularının kullandığı argümanları benimsiyor. Oysa aldıkları konumdan da anlaşılacağı üzere, savunucuları para kazandırdığı sürece IYFT'nin çığır açıcı bir nitelik taşıdığına ikna olmuş gibi görünüyorlar ve üstelik tek taraflı bir gerçek algısı olan ve kendini toplumsal bir meseleye bağlamaktan kesinlikle kaçınan bu eğilimi ilerici sanıyorlar.Eğer bir köken aranacaksa, "in-yer-face" kökenini doğalcılıkta bulur. “Gerçeğin dürüst temsili” olma iddiası evvela doğalcılık tarafından ileri sürülmüş ve uygulanmıştır. Tüm estetik araçları, metaforu, anıştırmayı, simgeyi ilga ederek, bunların yerine doğrudan ve ham gerçekliği geçirmek doğalcılıkla tanımlanmayacaksa nasıl tanımlanacak? Bunun eleştirmenler tarafından itinayla görmezden gelinmesini nasıl açıklamalı? Bunun açıklamalarından biri, tiyatro piyasasında yenilikçilerin genellikle “gerçekçilik” adlı bir sanal düşmanla savaştıkları ve gerçekçilik çağrışımları taşıyan Zola yerine, sıra dışılık, delilik, vahşet gibi çağrışımlar taşıyan Artaud’nun adını anmanın bu bakımdan daha “kuul” olduğudur. Georg Lukács’ın 1963 tarihli Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı adlı kitabı 40 yıl sonra hala geçerli tespitleriyle “in-yer-face”in daha sağlam bir eleştirisi için bir zemin sunabilir. Bu etraflı eleştiriye şimdi kalkışmayacak olsak da, bazı temel noktaları karşılaştırmalı olarak ele almakta fayda var.
Hatırlayacak olursak, Lukács kitabında ikinci dünya savaşı sonrasındaki umutsuzluk taciri edebiyat eserlerinin kimi özelliklerini çözümlemeye girişiyordu: Biçimcilik, yalnızlık, tarih dışılık, ruh hastalığı, yönsüzlük, amaçsızlık ve elbette doğalcılık. Bunları okuduktan sonra Sarah Kane’in Blasted’ıyla karşılaşan bir kişi, herhalde Kane’in oyunlarını Lukács’ı satır satır ezberleyerek yazdığını düşünebilir. Gerek toplumsal ve tarihsel bağlamsızlık, ruh hastalığına yapılan vurgu, karakterlerinin amaçsızlığı, gerekse de şiddet sahnelerinde ortaya çıkan doğalcılık Kane’in oyunlarını nasıl tipik birer “in-yer-face” oyunu yapıyorsa, o oranda da Lukács’ın çözümlemesine yaklaştırır.
“In-yer-face” hayatın dürüst bir temsili olmakla yahut kimi eleştirmenlerin dediği üzere “hissiz toplumun yüzünü solcu bir darbe” vurmakla meşgul olduğunu düşünebilir, oysa hayat gerçekliğinin büyük bir kısmını dışarıda bırakarak çizdiği lümpen ve sapkın “Avrupalı gençliğin dünyası” tablosu, hakikatin pek az bir kesimini oluşturur. Sierz’in bahsettiği “kültür turizmi” (yani sapkın gençliğin dünyasına tiyatro bileti parasıyla yapılan tehlikesiz bir yolculuk) gibi riskler bir yana, “in-yer-face”in yıktığı söylenen tabular, kapitalist sistemin asla umursamadığı ve hatta çabucak paraya dönüştürebildiği varoluş biçimleridir. IYFT devrimler çağının ve politik tiyatronun vaktinin geçtiği tabusuna saldırmaz; bu akım ancak yazarlarının ait olduğu sınıfın ezberlerini tekrarlayabilir: hal ve gidiş kötüdür, durum çok umutsuzdur, bakın gençlik ne hale gelmiştir. Küçük burjuva tiyatrosunun avangardlarla birlikte ortaya çıkan seyirciyi sarsma, şok etme arzusunun bu yavan tekrarı, söz konusu akımı belli başlı bazı tabuların savunucusu haline getirir. Değişmeyen ve değişmeyecek, çünkü yalnızca kötülükler, sapkınlıklar ve cinayetlerle dolu IYFT dünyasında dayanışmanın, emeğin, kitleselliğin ve direnişin emaresi yoktur. Değişme ve değiştirme iradesi böyle ortadan kaldırılınca seyircinin omuzlarındaki sorumluluk yükü de kaldırılır ve geriye şiddet propagandası kalır yalnızca. Neden şiddet? Çünkü yenidir, sansasyoneldir, bu türden bir şiddetin açık temsili daha önce denenmemiştir ve seyirci çekebilir. Tehlikesiz olduğu sürece, kimi tabularının yıkılmasından burjuvazi zevk alır, hatta üste para bile verir.
IYFT tüm doğalcılıklar gibi diyalektik anlayıştan yoksundur. Ona göre sadece kötü vardır, şiddet ve istismar vardır. Bunları ortadan kaldıracak bir çelişki yahut bir karşıt güç bulunmadığından karakterler umutsuzluğa ve oyunlar da bir durağanlığa yönelir, şematize edilmiş gibidirler: biraz diyalog ve anal tecavüz sahnesi; biraz daha diyalog ve kusma sahnesi vb.. Amerikan filmlerinin aksiyon sahneleri, burada şiddet sahneleriyle yer değiştirmiştir. Tüm bunların neden olduğuna dair bir fikrimiz yoktur. Toplumsal olan sahneden ötelendiği için, bireysel ilişki biçimlerinden başkası gerçekleşmez. Bunlar da karakterleri derinlikli kılamaz ve zaten bu sığlık, durağanlığın temel şartlarından bir tanesidir.
Bir ikileme dikkat çekmek isterim: doğalcılar gerçekliğin dürüst temsiline soyunurken sanatın temel ilkelerinden biri olan seçme işini ortadan kaldırmaya ve gerçeği o haliyle bünyesine katmaya çalışırlar. Ancak bunu yapmanın imkânsızlığı bu sefer sanatçıyı ters yöne doğru çekip, indirgeme yapmaya zorunlu kılar. Öyleyse sanatta doğalcılığın, yani tüm gerçekliği kapsama arzusunun zorunlu sonucu indirgemecilik ve tek taraflılıktır. Diyalektik anlayıştan yoksunluğun yol açtığı indirgemeciliğin IYFT'deki tezahürü, belirttiğimiz üzere toplumsal ilişkiler düzleminde hissedilir. Oyun tiplerinin bağlı olduğu herhangi bir sosyo-tarihsel bağlam bulunmazken (indirgemecilik), sanatçı tüm enerjisini ve kurgusunu şiddetin gerçekçi temsiline harcar (doğalcılık). Böylece kapitalizm altındaki toplumsal ilişkilerin sonucu olan şiddet, bu akımın oyunlarında bir sonuç olarak değil, başlı başına bağımsız bir görüngü, içeriğin kendisi olarak görünür.
Kıssanın hissesi
“In-yer-face”, ne savunucularının heyecanla iddia ettiği gibi sadık bir gerçeklik temsilidir, ne çağımızın en can yakıcı tabularını devirebilir, ne de tiyatro edebiyatında bir devrim yaratmıştır. İşin aslı, her zaman olduğu gibi övgünün biraz ayarı kaçmış ve sanat piyasasında kendine yer arayan tiyatrocuların sansasyon yaratma çabasının burada oynadığı rol gözlerden kaçırılmıştır.
Bu akım hangi önemli sorunlara çözümler getirebilir; daha da önemlisi hangi can alıcı soruları sordurabilir seyircisine? Sanatın asıl meşgalesi kalabalıklardır. Yedi yaşında çalışmaya başlayıp, ellisinde ölen, üreten hep üreten ama göçüp gittiğinde geride hikâyesini anlatacak evladından başkasını bırakmayanlardır. Böyle söylemek sadece ahlaki, politik, sosyal bir tutum değil, estetik bir tutumdur aynı zamanda; çünkü emekten, akıldan ve direnişten koparılmış bir sanat, ezici sınıfların elinde çirkin bir umutsuzluk silahına dönüşmekle kalmaz, sığlaşır, metalaşır ve şablonlaşır.
Tehlikesiz hakikatlerden sıkılmadınız mı?
Aleks Sierz, "Still In-Yer-Face? Towards a Critique and a Summation", New Theatre Quart. 18.1 (2002): 17–24.
Aleks Sierz. “The Politics of In-yer-face Theatre”, Cool Britannia? British Political Drama in 1990s içinde. Ed: Rebecca D’Monté ve Graham Saunders. (Palgrave Macmillan: 2008).
Georg Lukács, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı. Çev: Cevat Çapan. Payel Yay: 2000.
Günter Berghaus, Avant-garde Performance. Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2005.
Kane Sarah, “Blasted”, The Methuen book of modern drama. London: Methuen, 2001.
Mark Ravenhill, “Shopping and Fucking”, The Methuen book of modern drama. London: Methuen, 2001.
Sanja Nikcevic, ‘British Brutalism, the "New European Drama", and the Role of the Director’ New
Theatre Quart. 83 (2005): 255–72.
[Bu yazının farklı bir versiyonu daha önce Göçeri adlı dergide yayımlanmıştır.]
(Kaynak: Seyir Yeri)
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
29 Eylül 2008 Pazartesi 0
Küçük-burjuva sanat akımlarının hemen hemen hepsi, kendi konumlarını, önemlerini değerlendirmekten acizdirler. Yaptıkları değişiklikler yahut katkılar yine kendileri ve eleştiricileri tarafından abartılır; sanata getirdikleri kimi biçimsel yenilikler büyük gürültü koparır. En kötüsü de, yazılan bu resmi tarihin dışına çıkmaya çalışanlara karşı başlatılan psikolojik savaştır: derhal bir sosyalist gerçekçilik miti etrafında partinin kölesi olmuş ve sanatını totalitarizme tabi kılmış (bilinçliyse) özgürlük düşmanı, (bilinçsizse) zavallı bir sanatçı portresinin örtüsü kaldırılır ve yerine göre Artaud, Pollock, yerine göre Grotowski, Müller gibi, “birey” olmayı başarabilmiş ve komünizme aba altından fırça, dekor, kalem gösterebilmiş sanatçılarla karşı karşıya sergilenir bu talihsizin portresi. Toplumcu gerçekçiliğe ve halk sanatına doğru herhangi bir “sapma”, ya akademyanın dikkatine nazır olamayarak, ya da bizzat “sanat çevresi” tarafından “peh”lenerek cezalandırılmış olur.
Söz gelimi, Carolee Schneemann’ın Meat Joy (1964) adlı performansı hakkında küratörü şöyle bir yorum yapabilir: “Yalnızca temsilin cinsiyet tabanlı hiyerarşisini altüst etmekle kalmayıp, sanatçıyla nesnesi arasındaki tarihsel sahiplenme ve kontrol dinamiğine de meydan okuyan olağanüstü bir kamusal erotizm eylemiydi.” Performansı izleyip de, bunun bir grup sanatçının çiğ balıklar ve çiğ tavuklar eşliğinde yaptığı bir önsevişme eyleminden ibaret olduğunu kavradığınızda, yapılan yorumun gerçeği ve olup biteni ortaya koymak yerine, olması isteneni ifade ettiğini görüyorsunuz şaşırarak. Cinsiyet tabanlı hiyerarşiler altüst olmadığı gibi, sahne bir soft-porno tiyatrosuna dönüştürülür.
Benzer bir vaka, İngiltere’de 1990’ların ortasında beliren “In-yer-face” (bundan sonra IYFT) örneğinde de yaşandı. Genç yazarlar ve onların savunucuları, yeni başlayan ve seyirciden oldukça ilgi toplayan bu eğilimin eleştiricilerine geri kafalılık ve burjuvalık gibi kötü çağrışımları olan her türden ithamlar yöneltmişler, oyunlarının yalnızca gerçeği yansıttığını iddia etmişlerdi. Ne yazdıkları oyunlar, ne de bu oyunlarının sahnelendiği tiyatrolar işçi dostu olarak tanınmaktaydı ama bu yazarlar ve savunucuları “burjuva”yı politik yahut ekonomik içerimleri olan bir sözcük gibi değil de, bir küfür olarak kullandıklarından, bunu sorgulama ihtiyacı hissetmemiş olmaları doğaldır.
Tüm kültürel ürünler gibi, IYFT'nin de Türkiye’ye gelişi biraz rötarlı oldu. Tiyatro DOT bu akımı ülkeye taşıdığında, IYFT'nin Britanya’daki popüler zamanları sona ermiş, kıta Avrupa’sındaki ikinci baharını yaşamaktaydı. Tehlikesiz hakikatler tiyatrosu hem yeniydi, hem açık sözlüydü, hem de mevcut iktidarın işine gelmeyen şeyleri söylemeyi pek sevmiyordu. E malum, sansürlenen oyun para kazandırmaz; hem artık işçi sınıfı mı kaldı…
Biraz tiyatro tarihi
Sanja Nikcevic 1990’lara gelen süreçte Avrupa tiyatrosunun ve oyun yazarlığının güzel bir resmini sunar bize. Birkaç bazı isme dikkat çekmek kâfi: Jerzy Grotowski, Andre Mnouchkine, Thomas Richards, Richard Schechner, Peter Brook, Robert Wilson, Eugenio Barba. Okur yazıdan kopmasın diye söyleyelim, bunların hepsi 20. yüzyılın ikinci yarısının tanınmış yönetmenleriydi ve doğrusu, dramatik metinlerle araları pek iyi değildi. Çoğu “kültürlerarası” diye etiketlenmiş, oryantalizm soslu bir kolaj tiyatrosu peşindeydi; sözdense bedene, oyun metnindense performansa dayanan bir anlayış geliştirmişlerdi. Bu metinsevmez tiyatrocular arasında belki bir tane yazar göze çarpar: Heiner Müller. Onun da yazdığı metinler birkaç sene önce Lehmann tarafından post-dramatik tiyatro kapsamının içine dahil edildi. Yanisi, Müller’in metinlerinin yoruma açık oluşu ve bir bütünlük arz etmeyen yapılarının kes-yapıştıra imkân vermesi, yönetmen tiyatrosunun hâkimiyetine herhangi bir darbe vurmadı.
Oyun yazarlığı Britanya’da da kriz yaşıyordu ancak yine de bunun diğer ülkelerden daha hafif bir nöbet olduğunu söylemek mümkün. Köklü bir oyun yazarlığı geleneğine sahip olan Britanya, bu kriz döneminde de Tom Stoppard, David Hare, Arnold Wesker ve Harold Pinter gibi yazarların yeni oyunlarına seyircilik etti. IYFT'nin ada topraklarından çıkması bu nedenle pek de şaşırtıcı değildir. Buna rağmen, ünlü İngiliz eleştirmen Michael Billington 1991 yılında artık Britanya tiyatrosunda yeni oyunlar döneminin kapandığını yazıyordu. Sarah Kane’in 1995 tarihli oyunu Blasted [Harap] ise son birkaç yıldır “Yeni Avrupa Dramı” diye adlandırılmaya başlanan bir oyun yazarlığı patlamasının fitili oldu. Hemen ardından Mark Ravenhill’in Shopping and Fucking’i [Alışveriş ve Sikiş] ve Jez Butterworth’ün Mojo’su geldi.
Bir noktaya dikkat çekmek gerek, IYFT'nin isim babası ya da annesi, bu eğilimin yazarlarından biri değil. Tıpkı absürd tiyatro isimlendirmesi gibi, bu isimlendirme de oyun yazarlığında böyle eğilimler ortaya çıktıktan çok sonra, 2001 yılında kullanılmaya başlandı. Eğilimin en sıkı takipçilerinden ve savunucularından olan Aleks Sierz’in neden “in-yer-face” [yüzünüze karşı] gibi bir kavram seçtiğini anlattığı kısa yazısı, IYFT meraklıları için faydalı olabilir. Fakat asıl şaşırtıcı durum, Sierz'in Cool Brittania adlı bir derlemede, kendi getirdiği bu tanımlamanın hatalarından bahsetmesi oldu. Bizler IYFT'yi 5 senelik bir döneme yayılan bir akım, bir hareket olarak bilirken, Sierz yazısında IYFT'nin bir hareket olmadığını üzerine basa basa söyleyerek şöyle diyordu:
“In-yer-face yazarı diye bir şey yoktur: Neilson, Ravenhill ve Kane gibi bazı yazarlar böyle tanımlanabilecek oyunlar yazdılar; Patrick Marber, David Greig, Gary Mitchell ve Judy Upton gibi diğerleri de ağır, duygusal olarak yüklü sahneleri olan oyunlar yazdılar.”
Sierz'in sözlerine dayanarak IYFT'yi bir akım gibi sunanlar çuvallamış gibi görünüyor. Elbette bu eğilimin bir akım gibi sunulması, sansasyonel olunması ve daha çok seyirci çekilmesi açısından kârlı bir yöntem olabilir. Ama 1995-1999 arasında Britanya oyun yazarlığında vuku bulan şey, şiddet öğelerinin öne çıktığı oyunların sayısındaki artıştı. Yine de Sierz'in tespitlerinin haklı bir yönü var: Bu oyunlar içerikleri ve biçimleri itibariyle benzer özellikler taşıyorlar, bizim konumuz da bu benzerlikler olacak.IYFT'nin Britanya'da kabul görmesi uzun ve uğraştırıcı bir süreç oldu. Taraftarları bu eğilimi savunmak için bir söylem kalesi inşa ettiler desek yeridir. Kendilerine yönelen eleştirileri, “eski moda, muhafazakâr ve dar görüşlü” diyerek savuşturdular. Çatışma sanki ilerici ve gerici güçler arasındaki bir mücadeleymiş gibi resmedildi ve bu eğilime cesur bir politik duruş sahibiymiş, gerçekliğin dürüst bir temsiliymiş rolü verildi. Pek çok “in-yer-face” dostu eleştirmen, yazarların politik duruşunun rahatlıkla sol sayılabileceğini söylüyordu.IYFT'nin Kıta Avrupası’ndaki gelişimi daha da ilginçti. 2000 yılında Britanya’daki momenti azalırken, Almanya’da popüler oldu ve daha sonra hızla diğer ülkelerde benimsendi. Her ülke kendi “in-yer-face”ini yaratmaya çalışıyordu. Norm-dışı, ilerici ve çığır açıcı olduğu savunulan IYFT, norm haline geldi. Öyle ki, yeni yazarlar arayışı içinde bulunan Alman yönetmen Ostermeier, “Alman Ravenhill kim olacak?” diye soruyordu artık. Tiyatro sahipleri ve yönetmenler yaratıcı oyunlar değil, seyirciyi tiyatroya çekecek ve “in-yer-face” şablonuna göre yazılmış sansasyonel metinleri arar olmuştu. Giderek türleşen ve artık belli başlı kimi kalıpları olan bir "akım"dı artık IYFT. Yazar tiyatrosu yeniden canlanmış gibi görünse de, aslında Kıta Avrupası’ndaki durum pek öyle değildi, yönetmenlerin ve tiyatro sahiplerinin genç yazarlar üzerinde kurduğu baskı nedeniyle, yazarların kendi yaratıcılıklarını kullanması engelleniyor, genç yetenekler Ravenhill gibi yazmaya zorlanıyorlardı. Salonu doldurmak için tecavüz gerekiyorsa, yapımcılar seyirciye tecavüz vereceklerdi.Biraz tiyatro teorisiOyunların hiçbir bağlamı olmayan ve şiddet için uygulanan şiddeti sık sık kullanması IYFT için bir kuraldır diyebiliriz. Anal tecavüz, vajinal tecavüz, çocuk istismarı, işkence, kötü muamele, kusma, dayak, insan eti yeme, uyuşturucu kullanımı gibi öğeler oyunların içeriğini oluşturur. Kısa diyaloglar çoğunlukla yüksek dozda karamsarlık barındırırlar. Bir kişisel tarihten yoksun olan ya da bu kişisel tarihin izlerini dışa vurmayan karakterler genellikle ruhsal sorunlara sahiptir ve oyun süresince durağan kalır, herhangi bir dönüşüm geçirmezler.Oyunlardaki şiddet ve provokasyon eğilimi nedeniyle, IYFT'nin kurucu babası olarak Artaud’yu göstermek yaygın ama kanımca yanlış bir tutum. Etraflı bir eleştirisi henüz yapılmayan IYFT'nin eleştiricileri de genellikle savunucularının kullandığı argümanları benimsiyor. Oysa aldıkları konumdan da anlaşılacağı üzere, savunucuları para kazandırdığı sürece IYFT'nin çığır açıcı bir nitelik taşıdığına ikna olmuş gibi görünüyorlar ve üstelik tek taraflı bir gerçek algısı olan ve kendini toplumsal bir meseleye bağlamaktan kesinlikle kaçınan bu eğilimi ilerici sanıyorlar.Eğer bir köken aranacaksa, "in-yer-face" kökenini doğalcılıkta bulur. “Gerçeğin dürüst temsili” olma iddiası evvela doğalcılık tarafından ileri sürülmüş ve uygulanmıştır. Tüm estetik araçları, metaforu, anıştırmayı, simgeyi ilga ederek, bunların yerine doğrudan ve ham gerçekliği geçirmek doğalcılıkla tanımlanmayacaksa nasıl tanımlanacak? Bunun eleştirmenler tarafından itinayla görmezden gelinmesini nasıl açıklamalı? Bunun açıklamalarından biri, tiyatro piyasasında yenilikçilerin genellikle “gerçekçilik” adlı bir sanal düşmanla savaştıkları ve gerçekçilik çağrışımları taşıyan Zola yerine, sıra dışılık, delilik, vahşet gibi çağrışımlar taşıyan Artaud’nun adını anmanın bu bakımdan daha “kuul” olduğudur. Georg Lukács’ın 1963 tarihli Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı adlı kitabı 40 yıl sonra hala geçerli tespitleriyle “in-yer-face”in daha sağlam bir eleştirisi için bir zemin sunabilir. Bu etraflı eleştiriye şimdi kalkışmayacak olsak da, bazı temel noktaları karşılaştırmalı olarak ele almakta fayda var.
Hatırlayacak olursak, Lukács kitabında ikinci dünya savaşı sonrasındaki umutsuzluk taciri edebiyat eserlerinin kimi özelliklerini çözümlemeye girişiyordu: Biçimcilik, yalnızlık, tarih dışılık, ruh hastalığı, yönsüzlük, amaçsızlık ve elbette doğalcılık. Bunları okuduktan sonra Sarah Kane’in Blasted’ıyla karşılaşan bir kişi, herhalde Kane’in oyunlarını Lukács’ı satır satır ezberleyerek yazdığını düşünebilir. Gerek toplumsal ve tarihsel bağlamsızlık, ruh hastalığına yapılan vurgu, karakterlerinin amaçsızlığı, gerekse de şiddet sahnelerinde ortaya çıkan doğalcılık Kane’in oyunlarını nasıl tipik birer “in-yer-face” oyunu yapıyorsa, o oranda da Lukács’ın çözümlemesine yaklaştırır.
“In-yer-face” hayatın dürüst bir temsili olmakla yahut kimi eleştirmenlerin dediği üzere “hissiz toplumun yüzünü solcu bir darbe” vurmakla meşgul olduğunu düşünebilir, oysa hayat gerçekliğinin büyük bir kısmını dışarıda bırakarak çizdiği lümpen ve sapkın “Avrupalı gençliğin dünyası” tablosu, hakikatin pek az bir kesimini oluşturur. Sierz’in bahsettiği “kültür turizmi” (yani sapkın gençliğin dünyasına tiyatro bileti parasıyla yapılan tehlikesiz bir yolculuk) gibi riskler bir yana, “in-yer-face”in yıktığı söylenen tabular, kapitalist sistemin asla umursamadığı ve hatta çabucak paraya dönüştürebildiği varoluş biçimleridir. IYFT devrimler çağının ve politik tiyatronun vaktinin geçtiği tabusuna saldırmaz; bu akım ancak yazarlarının ait olduğu sınıfın ezberlerini tekrarlayabilir: hal ve gidiş kötüdür, durum çok umutsuzdur, bakın gençlik ne hale gelmiştir. Küçük burjuva tiyatrosunun avangardlarla birlikte ortaya çıkan seyirciyi sarsma, şok etme arzusunun bu yavan tekrarı, söz konusu akımı belli başlı bazı tabuların savunucusu haline getirir. Değişmeyen ve değişmeyecek, çünkü yalnızca kötülükler, sapkınlıklar ve cinayetlerle dolu IYFT dünyasında dayanışmanın, emeğin, kitleselliğin ve direnişin emaresi yoktur. Değişme ve değiştirme iradesi böyle ortadan kaldırılınca seyircinin omuzlarındaki sorumluluk yükü de kaldırılır ve geriye şiddet propagandası kalır yalnızca. Neden şiddet? Çünkü yenidir, sansasyoneldir, bu türden bir şiddetin açık temsili daha önce denenmemiştir ve seyirci çekebilir. Tehlikesiz olduğu sürece, kimi tabularının yıkılmasından burjuvazi zevk alır, hatta üste para bile verir.
IYFT tüm doğalcılıklar gibi diyalektik anlayıştan yoksundur. Ona göre sadece kötü vardır, şiddet ve istismar vardır. Bunları ortadan kaldıracak bir çelişki yahut bir karşıt güç bulunmadığından karakterler umutsuzluğa ve oyunlar da bir durağanlığa yönelir, şematize edilmiş gibidirler: biraz diyalog ve anal tecavüz sahnesi; biraz daha diyalog ve kusma sahnesi vb.. Amerikan filmlerinin aksiyon sahneleri, burada şiddet sahneleriyle yer değiştirmiştir. Tüm bunların neden olduğuna dair bir fikrimiz yoktur. Toplumsal olan sahneden ötelendiği için, bireysel ilişki biçimlerinden başkası gerçekleşmez. Bunlar da karakterleri derinlikli kılamaz ve zaten bu sığlık, durağanlığın temel şartlarından bir tanesidir.
Bir ikileme dikkat çekmek isterim: doğalcılar gerçekliğin dürüst temsiline soyunurken sanatın temel ilkelerinden biri olan seçme işini ortadan kaldırmaya ve gerçeği o haliyle bünyesine katmaya çalışırlar. Ancak bunu yapmanın imkânsızlığı bu sefer sanatçıyı ters yöne doğru çekip, indirgeme yapmaya zorunlu kılar. Öyleyse sanatta doğalcılığın, yani tüm gerçekliği kapsama arzusunun zorunlu sonucu indirgemecilik ve tek taraflılıktır. Diyalektik anlayıştan yoksunluğun yol açtığı indirgemeciliğin IYFT'deki tezahürü, belirttiğimiz üzere toplumsal ilişkiler düzleminde hissedilir. Oyun tiplerinin bağlı olduğu herhangi bir sosyo-tarihsel bağlam bulunmazken (indirgemecilik), sanatçı tüm enerjisini ve kurgusunu şiddetin gerçekçi temsiline harcar (doğalcılık). Böylece kapitalizm altındaki toplumsal ilişkilerin sonucu olan şiddet, bu akımın oyunlarında bir sonuç olarak değil, başlı başına bağımsız bir görüngü, içeriğin kendisi olarak görünür.
Kıssanın hissesi
“In-yer-face”, ne savunucularının heyecanla iddia ettiği gibi sadık bir gerçeklik temsilidir, ne çağımızın en can yakıcı tabularını devirebilir, ne de tiyatro edebiyatında bir devrim yaratmıştır. İşin aslı, her zaman olduğu gibi övgünün biraz ayarı kaçmış ve sanat piyasasında kendine yer arayan tiyatrocuların sansasyon yaratma çabasının burada oynadığı rol gözlerden kaçırılmıştır.
Bu akım hangi önemli sorunlara çözümler getirebilir; daha da önemlisi hangi can alıcı soruları sordurabilir seyircisine? Sanatın asıl meşgalesi kalabalıklardır. Yedi yaşında çalışmaya başlayıp, ellisinde ölen, üreten hep üreten ama göçüp gittiğinde geride hikâyesini anlatacak evladından başkasını bırakmayanlardır. Böyle söylemek sadece ahlaki, politik, sosyal bir tutum değil, estetik bir tutumdur aynı zamanda; çünkü emekten, akıldan ve direnişten koparılmış bir sanat, ezici sınıfların elinde çirkin bir umutsuzluk silahına dönüşmekle kalmaz, sığlaşır, metalaşır ve şablonlaşır.
Tehlikesiz hakikatlerden sıkılmadınız mı?
Aleks Sierz, "Still In-Yer-Face? Towards a Critique and a Summation", New Theatre Quart. 18.1 (2002): 17–24.
Aleks Sierz. “The Politics of In-yer-face Theatre”, Cool Britannia? British Political Drama in 1990s içinde. Ed: Rebecca D’Monté ve Graham Saunders. (Palgrave Macmillan: 2008).
Georg Lukács, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı. Çev: Cevat Çapan. Payel Yay: 2000.
Günter Berghaus, Avant-garde Performance. Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2005.
Kane Sarah, “Blasted”, The Methuen book of modern drama. London: Methuen, 2001.
Mark Ravenhill, “Shopping and Fucking”, The Methuen book of modern drama. London: Methuen, 2001.
Sanja Nikcevic, ‘British Brutalism, the "New European Drama", and the Role of the Director’ New
Theatre Quart. 83 (2005): 255–72.
[Bu yazının farklı bir versiyonu daha önce Göçeri adlı dergide yayımlanmıştır.]
(Kaynak: Seyir Yeri)
***
Sosyalist Sanat'ın notu: Fotoğrafı biz seçip, üst başlığı biz attık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)