16 Ağustos 2009 Pazar

Venezuela Mektubu / 1

Yavuz Kulu
16 Ağustos 2009


Bir kavram olarak sosyalist gerçekçilik bir yaratı yöntemi olarak sanatsal duruşun ve kavrayışın ifadesidir. Çağımızın keskinleşen sınıf savaşımı içerisinde duruşunu ve dışavurumunu bu savaşımda taraf olarak koyar sosyalist gerçekçilik. Sosyalist gerçekçilik kendi alt yapısını oluşturan gerçekçi yaratı yönteminden ayrı ele alınamaz. Önceli olan sanat hareketi gerçekçiliğin başlıca ilkeleri sosyalist gerçekçilik için de geçerlidir.

***

Gerçekçilik bu adla 19.yy’da anılmaya başlamıştır. Ancak izlerine daha önceki yüzyıllarda da rastlayabiliriz. Romantizm, izlenimcilik, neo-klasizm gibi bir akım olmaktan ziyade bir sanat anlayışı, yaratı yöntemidir. Gerçekçilik temel dayanağını yansıtma kuramından alır. Dış dünyanın yeniden dışavurumu sanatın ele aldığı en temel yodur. Sanatçının algıladığı nesnelliği iletmesi sanat tarihinin başından beri süregelen sanatsal eylemdir. Ancak yansıtılan her gerçeklik gerçekçi sanat olarak ele alınamaz. Yansıtma kuramından yola çıkan natüralizm de dış dünyanın nesnelliğini kabul eder ve sanatçının da bu ‘yalın’ gerçekliği tanımlaması gerektiğini koşullar. Ancak gerçekçilik ve natüralizm aynı kuramdan yola çıkmalarına rağmen taban tabana zıttırlar. "Gerçekçi yaklaşım, gerçek olguların doğalcı(natüralizm) kaydına da karşıdır." (s.234 Avner Ziss) Çünkü natüralizm dış dünyanın algılandığı biçimiyle yansıtılmasını amaçlar. Natüraliste göre bizden bağımsız olarak var olan gerçeklik tüm çıplaklığıyla gözümüzün önündedir. Ve algılandığı biçimiyle yansıtılması yeterlidir. "...sanatçının şu gördüğümüz dünyayı burada ki nesneleri, insanları, eleinden geldiğince onlara sadık kalarak yansıttığına ya da yansıtması gerektiğine inanır bu kavram. Doğalcı(natüralist) olan bu anlayışa göre, sanatçı bize hayatı, ya da hayatın bir parçasını, bir yönünü, bir kesitini olduğu gibi sunar. Yüzeysel bir gerçekliğin kopyasıdır eser." (s. 19 Berna Moran)

Natüralist sanır ki dış dünyayı basit duyumsamayla çözümleyebilir ve aktarabilir. Leninden aktaran Max Rieser şöyle ifade etmekte: "Lenin Materyalizm ve Ampriokritisizm adlı eserinde Marksist felsefenin bilgi teorisini çizerken, düşüncenin dış gerçekliği doğru olarak yansıttığını ileri sürer. Ancak dış dünyanın görünüşü ile özü aynı değildir. Biz madde dünyasının özünü duyularımızla algılayamayız doğa yasalarını keşfederek öğreniriz.." (s.56,57 B.M.) "Ama ne var, canlı doğa bilimi, biyolojik bir kavramon oluşmasıyla başlar, elmanın yalın gözlemiyle değil." (s.233Avner Ziss) Taklit bize dış dünyanın bilgisini vermez, olsa olsa görünüşünün bilgisini verir. İşte gerçekçilik bu bakış açısıyla natüralizmden ayrılır. "Gerçekçi sanatın hakikati, hakikiliği(véracité) gerçek olayın dışa dönük tıpa tıp bir tasarımı anlamına gelmez; tersine bu olayın özünü, imgenin karşılamasını gerektirir." (s.234A.Z.) "Örneğin Çernişevski’ye göre sanat gerçekliğin yansıtılmasıdır, ama bu bir kopyacılık değildir, zira yazar görüneni olduğu gibi yansıtmamalı öze ait olanla olmayanı ayırt etmelidir." (s.41 B.M.)

Sanatta, bilim de dış dünyanın özünü iç yapısını çözümleyerek gerçekliği ortaya çıkarır.

Kuşkusuz bun da gözleminde yeri vardır ama sanat içinde gözlem tek başına yeterli olamaz. Basit gözlemden öte bütünden parçaya bakma, somut olaylar da geneli kavrama daha önemlidir. Dünya tüm karmaşıklığı ve ayrıntısıyla karşısında durur sanatçının. Onun gerçekliği ortaya çıkarması gerekli ve gereksiz ayrıntıyı ayırabilmesiyle mümkündür. "...belli bir perspektife dayanmadan, yani önemli ve gerekli olnla olmayanı ayırmadan gelişigüzel yığmakla olsa olsa yüzey gerçeklik yaratılır. Gerçekçi eserde sunulan gerçeklik eksik olmasına eksiktir, bütün ayrıntıları içine almaz ama bu öyle bir kopyadır ki eksikliğine karşın yine de bütünü yansıtır." (s.58 B.M.) Gerçekçi sanatın özelde geneli bulması tipiklik kategorisiyle açıklanır. Sanatçı tipik olanı bir zümre/ katmanın karakteristik özelliklerini bularak onu ortaya koyar "Gerçekçi sanatta tipleme(typisation) sanatsal bir bireşim(sentez) aracıdır. Belinski onu özce bir yapıtın kişisinin aynı cinsten büyük sayıda kişilerin temsilcisine dönüştürülmesi gibi görürdü. Ona göre tipik imgeler, cinslerin türlere bağlı olması gibi yaşamdaki olaylara bağlıdır. Her tip kendine türsel(generique) belirtileri, bir çok olaya özgü çizgileri toplar." (s.77 A.Z.)

Gerçekçi tüm ayrıntıları ve karmaşasıyla yaşama onu çözümleyerek bakmış ve böylece dış dünyanın çelişkilerini görebilmiştir.

Gerçekçilik bir sanat hareketi olarak inasanı ve toplumu kendine konu edinmiştir. Bu yüzden toplumdan ve toplumsallıktan kopuk bir gerçekçilikten söz edilemez . Toplumsallık olgusu gerçekçiliğin bir sonraki evresi sosyalist gerçekçiliğe evrimlesin de tartışılmaz faktördür. Ancak gerçekçi yaratı yönteminin ardılı olan sosyalist gerçekçilik alt yapısını gerçekçi yöntemden almış olmasıyla birlikte taraflılığını net bir biçimde koymasıyla ondan ayrılır. "Sosyalist gerçekçiliğin hem değişen, değişebilen; hem de değişmeyen, değişmez özellikleri vardır. Sözgelişi dünyanın pratikteki etkin süreçler içerisinde yansıtılması, toplumsal insanın etkinliğini içeren nesnel gerçekliğin kendi gelişme süreçleri içinde verilmesi toplumcu gerçekçiliğin(sosyalist gerçekçilik) vazgeçilmez bir özelliğidir; çünkü kendi yaratı yönteminden, yansıtma ilkesinden, nesnellik ve tarihsellikten vazgeçmez. İkinci değişmez özelliği yan-tutmadır, yani nesnel gerçekçiliğin dönüşüme uğramasındaki toplumsal belirtenlerin (öznenin) yanında olmasıdır." ( Aziz Çalışlar)

Bu terim her ne kadar ilk kez sosyalist bir ülkede SSCB’de kullanılsa da kökleri gerçekçi döneme dayanır. Terimin kullanılışı değil ama sosyalist gerçekçi yaratı yönteminin kendisi aslında ilk adımlarını çoktan atmıştır. Gerçekçiliğin bir kavram olarak kullanıldığı yıllar, işçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı ve sınıf savaşımının keskinleştiği yıllara denk gelir. Özellikle bu kavramın ilk kez kullanıldığı Fransa’da yükselen toplumsal hareket dönemin sanat anlayışlarını ve sanatçılarını derinden etkilemiştir. Burjuvazinin Fransa’da hakimiyetini kurduğu bu dönemde işçi sınıfının gelişen muhalefeti egemen sınıfın koltuğunu sallamaya başlıyor dahası toplum bu yükselen hareket karşısında tarafsızlığını yitiriyordu. Sosyalist gerçekçilikten tarafsızlık ilkesiyle ayrılan gerçekçi sanat bu süreçte tarafsızlığını yitirmişti. Özellikle Paris Komünü, dönemin bir çok sanatçısının sosyalizmden yana olmasını sağlamıştır. Ekim devrimine gelinceye kadar da bir çok gerçekçi Marksist/Sosyalist örgütlerle bağ kurmuş ve sanat yapıtlarını da bu yönde şekillendirmiştir. Bu yüzden aslında gerçekçiliği sosyalist gerçekçilik ve eleştirel gerçekçilik olarak ikiye ayrılıncaya kadar bu iki anlayışın toplamı olarak görmek en sağlıklı bakış açısı olur.
Ekim devriminden sonra da devam eden sanatsal hareket kavramlaşmıştır; ve yeni kurulan bir sisteme uygun olarak yeniden şekillenmiştir. Sosyalist gerçekçilik de toplumsal gerçekliği açıklar ve yorumlar. Ancak bu yorumlama sadece taraflılıkta kendini göstermez ve sadece taraflı duruş sosyalist gerçekçiliğin karakteristik özelliği değildir. Çünkü sosyalist gerçekçilik bugünle sınırlı kalmayacaktır. "Gerçekçiler topluma bakıp da bunun özünü yansıtacak şekilde yazmak istedikleri zaman mevcut olan bir durum ve tipleri çiziyorlardı. Toplumcu gerçekçilik ise mevcut değerlerin, kurumların vb. göçmeye mahkum olduklarını bilir ve yeni bir şeyin doğmakta olduğunu gösterir… Radek’in kongredeki sözleri ile gerçekçilik(1934 Sovyet Yazarlar Birliği 1.Kongresi) çöken kapitalizmi ve onun çürüyen kültürünü yansıtmak değildir sadece. Aynı zamanda yeni bir toplumu ve yeni bir kültürü yaratabilecek sınıfın doğuşunu yansıtmaktır. Sosyalist gerçekçi eser, yazarın hayatta gördüğü ve eserinde yansıttığı çelişkilerin nereye varacağını belirten eserdir." (s.54 B.M)

Sosyalist gerçekçilik sanatı bir yansıtma olarak tanımlamaz sadece. Aslolan sanatın sınıf savaşımında ideolojik cepheyi tuttuğunu bilmesi ve burjuvaziye karşı emeğin saflarında toplumun bağrında filizlenen yeni dünyanın kurulması için savaşmasıdır.

Sadece sosyalist ülkelerde(proletarya diktatörlükleri) değil kapitalist sistemin geçerli olduğu ülkelerde de devrimci sanatçının yaratı yöntemidir. Hem sosyalist hem de kapitalist sistemde sosyalist gerçekçi kendini çeşitli biçimlerle ifade etmiştir. "Bütün büyük sosyalist gerçekçi sanatçıları düşünelim. Brecht, Neruda, Nazım Hikmet, Ritsos, Aragon, ya da Eisenstein, Wajda, Angelopulos, Siqueros, Surkov’un ne denli biçimsel zenginliklerle doludur yapıtları. Bunları söylememin nedeni sosyalist gerçekçiliğin biçimçiliğe ya da tek biçimliliğe indirgenmeyeceği, özünün buna elvermezliği. Ancak bu yapıtları ortak kılan başlıca biçimce özellik, doğal öğenin çarpıtılmaması, gerçekçi imgenin korunmasıdır. Buysa, yaşamın dış yüzeyle değil ama iç yüzeyle yani doğallıkla değil gerçeklikle bir benzerlik kurulmasıdır." (s48 Aziz Çalışlar)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder