yoksul bir semtin gözyaşıydın sen
hiç kimse utanmadı tarihi delen gözlerinden
oysa bayram gelmişti senin semtinin dışındaki her yere
tuz renkli gölgen yüreğime değince öfkelenip ağladım
sabahtı
kuşluk vakti
öğlene çok az bir zaman kalmıştı
daha akşam olmadan hüzünlendin ben
tuz renkli gölgen yüreğime değince öfkelenip ağladım
sen bir sonbahar günü doğdun
her yerde sararmış çınar yaprakları vardı
her yer kan revan içindeydi
ve lâl sessizliğin bir gölge gibi vuruyordu yüzüme
tuz renkli gölgen yüreğime değince öfkelenip ağladım
uyumadın
büyümedin
senin fesleğen kokulu geçmişini
benim felsefe renkli geleceğimi çalıyorlardı senin gözlerinde
tuz renkli gölgen yüreğime değince öfkelenip ağladım
gözlere perde geriliyordu
kulaklara kurşun dökülüyordu
ve dünyanın dört bir yanında sessiz oyunlar oynanıyordu
kötü aktörler tarafından
tuz renkli gölgen yüreğime değince öfkelenip ağladım
sen geldin
bana baktın
ben geldim
sana baktım
bana bakınca düşündün sen
sana bakınca düşündüm ben
tuz renkli gölgen yüreğime değince öfkelenip ağladım
ve seni yazdım
fotoğraf: oğuzcan önver
şiir: hilmi bulunmaz
yirmi yedi haziran iki bin on
27 Haziran 2010 Pazar
21 Haziran 2010 Pazartesi
Ne konuşursan dilinle, o gelir kalemine...
Hilmi Bulunmaz
22 Haziran 2010
Ben, yirmi yaşıma dek İslamî kültürün şemsiyesi altında yaşadım. Arap kökenli biri olmam ve henüz beş yaşımdayken Kuran-ı Kerim'i hatmetmem, İslamî kültürün şemsiyesi altında yürümeme temel hazırladı. Şu anda tam elli beş yaşımda olmama karşın, belleğim bu denli güçlüyse, bunda İslamî kültürün de payı var.
İslamî kültür içerisinde yaşamak ne demektir? Bana göre, sadece kitaplarla sınırlı kalmayıp, bu kültürün gerektirdiği pratik görevleri de, hiç aksatmadan yerine getirmektir. "Tanrı", insan belleğinin zayıf olduğunu, insanın unutkan olduğunu varsaymış olacak ki, bu nedenle insanlara Namaz'ı zorunlu kılmış. Günde beş vakit, yani sık sık namaz kılmalı, "Tanrı"yı unutmamalı ki, içine düşme olasılığı bulunduğu günah kuyusundan kendini korusun.
Ben de, özellikle babamın büyük etkisiyle, uzun yıllar beş vakit namaz kıldım. Namaz kılmazsam, "Tanrı"yı ve hemen ardından da "günah"ı unutabileceğimi, böylelikle "yoldan sapacağımı" düşünüyordum. Namazlarımı da, "evde tek başına" kılmak yerine, işin ritüel boyutuna önem vererek cemaatle birlikte kılardım. Yapılan eylemin "dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen beden durumlarını, kuralınca tekrarlayarak Tanrı'ya edilen ibadet" olduğunu bilmeyi yeterli görmeyerek, cemaatle birlikte hareket etmemin nedenlerinden biri de, camiden çıkarken, söylenen sözlerdi. Bunlardan biri de şuydu:
"Ne verirsen elinle, o gelir seninle!..."
***
Malumunuz, elinizde tuttuğunuz bu tiyatro dergisinde, yazı yazan biriyim. Ben, yazı yazarken, halkın aydınlanmasına özen gösteren biriyim. Kanıksanmış, hiçbir işlevi olmayan bir söylem geliştirmek bana göre değil.
Yukarıda anlattığım İslamî kültürün bir ögesi olan "ne verirsen elinle, o gelir seninle" mantığını, sosyalist sanat bağlamında düşünen biri olarak, bu yazının başlığını bir kez daha yinelemek istiyorum: Ne konuşursan dilinle, o gelir kalemine.
Ancak, Internet ortamındaki yazı yazmanın getirdiği yorgunluk nedeniyle bu sayı dergi yazısı yazamama durumuyla karşı karşıya kaldım. Bu durumun esas nedeni Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği'nin bana yönelik bir "komplo" kurma girişimiydi. Neyse ki, güçlü bir iradeye ve müthiş bir mücadele yeteneğine sahip olduğum için, OYÇED'in bu komplo girişimini hemen püskürttüm.
Peki, neydi bu komplo girişimi?
Şimdi, aşama aşama durumu anlatayım ki, sizin de gözünüzün önünde bir fotoğraf belirsin:
SÜRECEK...
22 Haziran 2010
Ben, yirmi yaşıma dek İslamî kültürün şemsiyesi altında yaşadım. Arap kökenli biri olmam ve henüz beş yaşımdayken Kuran-ı Kerim'i hatmetmem, İslamî kültürün şemsiyesi altında yürümeme temel hazırladı. Şu anda tam elli beş yaşımda olmama karşın, belleğim bu denli güçlüyse, bunda İslamî kültürün de payı var.
İslamî kültür içerisinde yaşamak ne demektir? Bana göre, sadece kitaplarla sınırlı kalmayıp, bu kültürün gerektirdiği pratik görevleri de, hiç aksatmadan yerine getirmektir. "Tanrı", insan belleğinin zayıf olduğunu, insanın unutkan olduğunu varsaymış olacak ki, bu nedenle insanlara Namaz'ı zorunlu kılmış. Günde beş vakit, yani sık sık namaz kılmalı, "Tanrı"yı unutmamalı ki, içine düşme olasılığı bulunduğu günah kuyusundan kendini korusun.
Ben de, özellikle babamın büyük etkisiyle, uzun yıllar beş vakit namaz kıldım. Namaz kılmazsam, "Tanrı"yı ve hemen ardından da "günah"ı unutabileceğimi, böylelikle "yoldan sapacağımı" düşünüyordum. Namazlarımı da, "evde tek başına" kılmak yerine, işin ritüel boyutuna önem vererek cemaatle birlikte kılardım. Yapılan eylemin "dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen beden durumlarını, kuralınca tekrarlayarak Tanrı'ya edilen ibadet" olduğunu bilmeyi yeterli görmeyerek, cemaatle birlikte hareket etmemin nedenlerinden biri de, camiden çıkarken, söylenen sözlerdi. Bunlardan biri de şuydu:
"Ne verirsen elinle, o gelir seninle!..."
***
Malumunuz, elinizde tuttuğunuz bu tiyatro dergisinde, yazı yazan biriyim. Ben, yazı yazarken, halkın aydınlanmasına özen gösteren biriyim. Kanıksanmış, hiçbir işlevi olmayan bir söylem geliştirmek bana göre değil.
Yukarıda anlattığım İslamî kültürün bir ögesi olan "ne verirsen elinle, o gelir seninle" mantığını, sosyalist sanat bağlamında düşünen biri olarak, bu yazının başlığını bir kez daha yinelemek istiyorum: Ne konuşursan dilinle, o gelir kalemine.
Ancak, Internet ortamındaki yazı yazmanın getirdiği yorgunluk nedeniyle bu sayı dergi yazısı yazamama durumuyla karşı karşıya kaldım. Bu durumun esas nedeni Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği'nin bana yönelik bir "komplo" kurma girişimiydi. Neyse ki, güçlü bir iradeye ve müthiş bir mücadele yeteneğine sahip olduğum için, OYÇED'in bu komplo girişimini hemen püskürttüm.
Peki, neydi bu komplo girişimi?
Şimdi, aşama aşama durumu anlatayım ki, sizin de gözünüzün önünde bir fotoğraf belirsin:
SÜRECEK...
6 Haziran 2010 Pazar
İzlenebilecek bir site...
Tıklayınız: EBRULİ GÜNCE
Yukarıda linkini verdiğimiz sitenin aşağıda sunduğumuz tanıtım yazısını okuyunuz. (HB)
***
Yazı yazmayı seviyorum...
Birçok blog yazarı gibi ben de biraz teşhircilik ruhu taşıyorum sanırım. Yoksa neden internet üzerinden yazayım ki, oturur evimde deftere yazarım, saklarım değil mi?
Birileri bizi okusun, demek istediklerimizi duysun, bize bir şeyler desin diye açıyoruz sonuçta bu blogları, hepimiz biraz teşhirciyiz...
Şikayetçi değilim yanlış anlaşılmasın, kendimi ifade edip, hoşuma giden şeyleri beğeniye sunmayı seviyorum.
Kim bilir, belki içten içe takdir görme isteğimi tatmin etmeye çalışıyorumdur.
Ha, şimdi bu yazdıklarıma bakıp da, yazılarda bir mesaj kaygısı, edinilmiş bir misyon falan aramayın sakın, sanatsal içerik de yok, hani şairlerden, yazarlardan falan alıntılar, feyz alacağınız edebî eserler hak getire; benim kalemimden dökülenler, içimden gelenler var sadece, sıradan bir kadının, sıradan bir blogu anlayacağınız.
Uyarmadı demeyin, benden söylemesi.
Yukarıda linkini verdiğimiz sitenin aşağıda sunduğumuz tanıtım yazısını okuyunuz. (HB)
***
Yazı yazmayı seviyorum...
Birçok blog yazarı gibi ben de biraz teşhircilik ruhu taşıyorum sanırım. Yoksa neden internet üzerinden yazayım ki, oturur evimde deftere yazarım, saklarım değil mi?
Birileri bizi okusun, demek istediklerimizi duysun, bize bir şeyler desin diye açıyoruz sonuçta bu blogları, hepimiz biraz teşhirciyiz...
Şikayetçi değilim yanlış anlaşılmasın, kendimi ifade edip, hoşuma giden şeyleri beğeniye sunmayı seviyorum.
Kim bilir, belki içten içe takdir görme isteğimi tatmin etmeye çalışıyorumdur.
Ha, şimdi bu yazdıklarıma bakıp da, yazılarda bir mesaj kaygısı, edinilmiş bir misyon falan aramayın sakın, sanatsal içerik de yok, hani şairlerden, yazarlardan falan alıntılar, feyz alacağınız edebî eserler hak getire; benim kalemimden dökülenler, içimden gelenler var sadece, sıradan bir kadının, sıradan bir blogu anlayacağınız.
Uyarmadı demeyin, benden söylemesi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)