27 Eylül 2010 Pazartesi

Mesut Alptekin
25 Eylül 2010


21 Eylül 2010 Salı günü, özgür bir vaktimde, herhangi bir kitap okumak istemiş ve henüz adını koyamadığım bu kitabı almak üzere, sanatçısı olduğum Bulunmaz Tiyatro'ya gittim. Tiyatrodaki kitapların bulunduğu bölüme göz gezdirirken, bir dergi dikkatimi çekti: Yeni Tiyatro... Bu derginin dikkatimi çekmesinin nedeni; kapağındaki Coşkun Büktel fotoğrafı oldu!

Haziran-Temmuz 2010 tarihli yirminci sayısı olmasına rağmen, yeni dikkatimi çekmisti bu Yeni Tiyatro'nun üzerindeki Coşkun Büktel fotoğrafı. İlk bakışta, eski olabileceğini düşünsem de, elime alıp incelediğimde, pek de eski olmadığını zâten görebilmiştim. Peki neydi Coşkun Büktel'i Yeni Tiyatro Dergisi'ne kapak fotoğrafı yapan neden? Biraz daha yakından incelediğimde, bu nedeninin; Coşkun Büktel'le Sema Göktaş'ın röportajı olduğunu gördüm. Her ne kadar, benim daha okumuş olduğum röportajlardan herhangi birine benzemese de, evet, röportajdı. Değişik bir heyecanla, röportajın bulunduğu sayfaya yoğunlaştım. Ancak, daha başından, Büktel'e yöneltilen soruların kanıksanmışlığı karşısında pek fazla şaşırmadan okumaya devam ettim. Röportajın bana tuhaf olan tarafı, tekrar ısıtılıp önümüze konulan bir yemekten farksız oluşuydu. Soruların kanıksanmışlığı, röportajın gerekli olup olmadığını düşündürttü bana. Röportajın başlığı "Coşkun Büktel'le 'Coşkun Büktel üzerine'…" olmasına karşın, konuşmanın omurgası "Theope" üzerine kurulmuş gibiydi. "Coşkun Büktel" denilince akla ilk gelenlerden birisi şüphesiz ki "Theope"dir elbette…

Büktel, haklı olarak, başyapıtı Theope'nin arkasında duracak, her fırsatta kendisine ve bu değerli yapıta yapılan saygısızlığı kınayacaktır. Tabii buna karşılık, Büktel'e yöneltilen sorularda genel olarak bu konu üzerinde yoğunlaşacaktır. Ancak gelgelelim ki, Sema Göktaş'ın sorduğu soruların, Büktel'e daha önce de yöneltilen sorulardan pek farkı yok gibiydi. Bu röportaj, bundan on sene evvel de yapılmış olsa, yine aynı röportaj ortaya çıkmış olacaktı kanımca. Büktel'e yöneltilen sorular ve karşılığında alınan cevaplar, zaten tiyatro dünyasını yakından takip edenlerce bilinen konulardı. Coşkun Büktel'in vermiş olduğu cevaplar, yıllardır yazdığı yazılar ile aynı olabilir. Çoğunlukta da böyledir zâten. Ancak Büktel'in yanıtlarının hep aynı olmasının sebebi, yaşanan olaylar içerisindeki şahısların bu cevapları bir türlü anlamaması yada anlayıpta içselleştirebilecek yapıya sahip olmamaları nedeni ile, sürekli aynı soruları kendisine yöneltmelerinden kaynaklandığı su götürmez bir gerçek. Sadece bu inatlaşma da, şunu merak ediyorum: Bir derdi olup ta bunu dile getiren ve sadece dile getirmekle kalmayıp aynı zamanda kanıtlar ve belgelerle de destekleyen bir insanın, bu denli tokat gibi cevaplarının, bir takım insanlar tarafından anlaşilamaması mıdır bu soruları yinelettiren, yoksa "yenilen pehlivanın güreşe doymaması" mıdır?

Bu röportaj, bütünüyle kanıksanmış bir röportaj gibi geldi bana. Bir röportajın yapılmasıyla yapılmaması arasında nasıl bir fark olduğunu sormadan edemedim kendime. Bu röportajın yapılıp yapılmaması konusunda, benim bir söz hakkım olsaydı, sanırım yapılmamasını tercih ederdim.

Coşkun Büktel, ciddi bir sanatsal duruşa sahip olan bir yazar. Böyle olmasına rağmen, Sema Göktaş'la yaptığı röportajın ciddiyeti beni pek tatmin etmedi. Ancak Sema Göktaş, böyle bir röportaj için seçtiği kişinin, çok da isabetli olmaması, "Yeni Tiyatro" dergisi okurları haricinde, geri kalan kesimi de, benim gibi hayâl kırıklığına uğratmış olabilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder